 ARKADAŞTAN ÖTE
ARKADAŞTAN ÖTE
“Friends with Benefits”
YAPIM NOTLARI
“Konuşmamız gerek.”
“Farklı yönlere doğru gidiyoruz.”
“Benden daha iyisini hak ediyorsun.”
“Arkadaş kalalım.”
Dylan  (JUSTIN TIMBERLAKE) ve Jamie (MILA KUNIS) evlenip barklanmayı  akıllarından bile geçirmemektedir. New York’ta faaliyet gösteren insan  kaynakları yöneticisi Jamie, hatırı sayılır yetenek avcılığı  becerilerini kullanarak Los Angeles’ta çalışan bir sanat yönetmeni olan  Dylan’ı Büyük Elma’daki rüya gibi bir işi kabul etmesi için ikna edince,  birbirlerine ne kadar benzediklerini çabucak anlarlar. O kadar çok  başarısız ilişki yaşamışlardır ki, ikisi de aşktan vazgeçip eğlenceye  odaklanmaya hazırdır.
Dylan New York’a taşınmaya karar verdiğinde ve  ikili düzenli olarak bir araya gelmeye başladıklarında, aşkın Hollywood  filmleri tarafından pompalanan bir masal olduğuna dair ortak inançlarını  paylaşıp eğlenirler. Böylece, leziz derecede seksi, kasıtlı olarak  yetişkinlere yönelik bir deneye girişirler.
Başarılı, bağlanmamış ve bağlanma fikrine soğuk bakan bu iki iyi arkadaş, yeni araziler keşfedebilecek midir?
Arkadaşlıklarına  “duygulara yer vermeyen” bir cinsellik katarlarsa, birini arkadaştan  fazlası olarak görmenin getirdiği sıkıntılardan kaçabilecekler midir?
Romantik  komedilerin vaatlerinin hayal kırıklığına uğrattığı pek çok kişiden  sadece ikisi olan Dylan ve Jamie, aldıkları bu cesurca kararın  keşfedilmemiş bölgelere yapılan arsız ve seksi bir yolculuğa dönüşmesine  ve kendileri hakkında tahmin edebildiklerinden çok daha fazlasını  ortaya çıkarmasına tümüyle şaşırmamalıdırlar.
Friends with  Benefits/Arkadaştan Öte‘nin başrollerinde Justin Timberlake (The Social  Network/Sosyal Ağ), Mila Kunis (Black Swan/Siyah Kuğu), Patricia  Clarkson (Easy A), Jenna Elfman (“Dharma & Greg”), Bryan Greenberg  (“How to Make It in America”) ile Richard Jenkins (Dear John) ve Woody  Harrelson (2012) yer alıyor.
Friends with Benefits/Arkadaştan  Öte‘nin yönetmenliğini ve yapımcılığını Will Gluck (Easy A) üstlenirken,  yapımcı olarak ekipte yer alan diğer isimler Martin Shafer, Liz  Glotzer, Jerry Zucker ve Janet Zucker. Filmin senaryosunu Keith Merryman  ve David A. Newman, Gluck ile birlikte hazırladı. Öykü Harley Peyton  ile Keith Merryman ve David A. Newman’a ait. Yürütücü yapımcı Glenn S.  Gainor (Burlesque).  Görüntü yönetmeni Michael Grady (Easy A).   Prodüksiyon tasarımcısı Marcia Hinds.  Editör Tia Nolan.  Müzik  süpervizörü Wende Crowley. Kıyafet tasarımcısı Renee Ehrlich Kalfus.
Friends with Benefits/Arkadaştan Öte’nin süresi 1 saat 44 dakika.
Screen  Gems için Easy A’in kurgusunu hazırlamayı yeni bitiren yönetmen Will  Gluck yeni bir proje arayışındaydı ki Friends with Benefits/Arkadaştan  Öte‘nin senaryosu dikkatini çekti. Hollywood’un altın çağının seksi,  zekice diyaloglarla dolu komedilerine olan sevgisinden dem vuran Gluck,  “Eski Hepburn ve Tracy filmlerinin güncellenmiş halini andıran bir film  çekmek istemişimdir hep,” diye açıklıyor. Böylece keskin diyaloğu,  yetişkinlere yönelik çağrışımlarla dolu komik durumları ve cazibeli ama  kusurlu karakterleri ile, Friends with Benefits/Arkadaştan Öte, konsept  olarak hedefi kesinlikle on ikiden vuruyor; Dylan ve Jamie,  duyarlılığımız, heveslerimiz ve kuşağımızın büyük bölümünün aile,  arkadaşlık, aşk ve sekse dair görüşleri ile günümüzün Hepburn/Tracy  karakterleri.
Gluck, filmin başarısı için en önemli unsurun, eski  romantik komedilerde yakalanan dinamik ve çapkın kimyaya uyacak  oyuncuları seçmek olduğunun farkındaydı. Gluck açıklıyor: “Justin ve  Mila birlikte harika bir kimya oluşturdu; inanılmazdı. Sihir gibiydi.  Birlikte yapacakları her şeyi izlemek isteyeceksiniz. Bu filmin en  önemli kısmı, bir arada yer aldıkları sahnelerdi.” Gluck şöyle devam  ediyor, “Bu iki oyuncuyla piyangoda büyük ikramiyeyi bulmuş gibi oldum.  Mila komik, zeki, karizmatik, güzel, şapşal. Onu, özellikle de Justin’le  birlikte izlemek çok eğlenceli.”
Gluck, Timberlake’i “Saturday Night  Live”da izleyip hayran kaldığını anımsıyor. “Çok etkilenmiştim; sonra  bir ‘Saturday Night Live’ bölümünde daha yer aldı ve çok daha komikti.  Bu kadar komik olmasının nedeni, harika bir oyuncu olması. Bu onun ilk  komedi başrolü. Her şeyi yapabilir. O kadar büyük bir karizmaya sahip ki  gözünüzü üzerinden alamıyorsunuz.”
Timberlake sadece senaryonun  yetişkinlere yönelik mizahını sevmekle kalmadı, filmin girişinde Dylan  ve Jamie’nin hayatlarında bulundukları konumla da ilgilendi. İki  karakter de genç ve işlerinde başarılı, aynı zamanda aşk konusunda  ihtiyatlı ve aile kavramı ile sorun yaşayan insanlar. “Belli bir yaşa,  benim yaşıma geldiğinizde olduğu gibi,” diyor Timberlake,  “içinde  büyüdüğünüz ‘kurumu’ sorgulamaya başlıyorsunuz- ilişkiler söz konusu  olduğunda ne anlama geldiğini irdeliyorsunuz..”
Oyuncu devam  ediyor: ”Karakterlerimiz, başka ilişkilerden çıktıkları bir anda  birbirleriyle tanışıyorlar; ikimiz de bir bakıma bekâr kalmak  istediğimiz bir kafa yapısı içindeyiz.”
Mila Kunis, canlandırdığı  Jamie karakterini “gerçek aşka ve Yakışıklı Prens’in dışarıda bir  yerlerde olduğuna inanan ve umutsuzca onu arayan biri,” olarak  tanımlıyor. Gel gelelim, Jamie bu hislerini açıkça belli eden biri  değildir. “Tipik bir New York’lu, diye gülüyor Kunis. Gerçekten de,  Jamie zeki, hazırcevap, kararlı ve her açıdan bir hayalperestten çok  gerçekçi biridir.
Jamie ayrıca eğlenceli ve geçimli biridir. O  nedenle Dylan’I GQ dergisindeki heyecan verici bir pozisyon için  tuttuğunda, ikili çabucak arkadaş olur; alaycılık konusunda yoldaşlık  eden Dylan ve Jamie, dünyanın çılgınlığıyla ve birbirlerinin zaaflarıyla  dalga geçmeye hazırdır.
Timberlake’in canlandırdığı Dylan yeni  bir şehirdeki yeni işinde kendini kanıtlamak için çok çalışır ve hayatın  daha eğlencelik yönlerini kovalamakta zaman kaybetmezken, Kunis’in  canlandırdığı Jamie ise sonradan nahoş oldukları anlaşılan pek çok hoş  erkekle buluşurken, birlikteliğin yarattığı duygusal komplikasyonlardan  uzak kalmanın karşılıklı faydalarını görme konusunda anlaşma  yaparlar.hemfikir olurlar. Kendilerini, ‘sonuçta, herkesin fiziksel  gereksinimleri vardır‘ diye inandırırlar. Nasıl bir terslik meydana  gelebilir ki?
Timberlake şöyle açıklıyor: “Bu, bir bakıma benzer  yaşamlar süren iki kişi hakkında. Bir araya gelip ilişkinin duygulardan  arınmış, fiziksel kısmını yaşamak konusunda çılgınca bir plan  yapıyorlar. Bu noktadan sonra şamata kopuyor. Bu filmin yetişkinlere  göre sınıflandırılması iyi bir şey; çünkü samimi sahnelerde bazı komik  şeyler yapma olanağı bulabildik. Birbirlerine duygusal olarak hiçbir  şekilde bağlı olmayan—en azından olmadıklarını düşünen—karakterler  eğlenceli bir dinamik oluşturuyor.”
Jamie’nin, Patricia Clarkson  tarafından dahiyane bir şekilde canlandırılan annesi Lorna, filme hatırı  sayılır miktarda mizah ve renk katmanın yanı sıra, Jamie karakterini  tanımamızı sağlayacak içgörü sağlıyor. Will Gluck açıklıyor: “Lorna  bekâr bir anne. Yetmişli ve seksenli yıllarda muhtemelen bir rock  grubunun groupie’lerinden olan tipte biri. Çok dalgın ve sorumsuz biri;  muhtemelen bu ilişkide annelik rolünü Jamie üstleniyor.” Hayal  kırıklığıyla sonuçlanan bir dizi ilişki de eklenince, Jamie için  duygusal konularda başkalarına bel bağlamamanın daha iyi olduğuna kanaat  getirmek kolay olur.
Yakın zamanda Easy A’de Clarkson’la birlikte  çalışan Gluck oyuncunun dehasından haberdardı belki; ancak Kunis ve  Clarkson ilk kez birlikte çalıştı. Kunis çok etkilendiğini söylüyor.  “Birlikte çalıştığım en iyi aktrislerden biri,” diyor Kunis. “Onunla  çalışmayı o kadar çok sevdim ki keşke birlikte daha fazla sahnede yer  alsaydık diyorum.”
Dylan’ın ailesi Los Angeles’ta oturmaktadır.  Oscar®-adayı oyuncu Richard Jenkins tarafından dokunaklı bir şekilde  canlandırılan babası, saygın bir gazeteciyken emekli olmuştur ve  Alzheimer hastalığının ilk safhalarını yaşamaktadır. Dylan’ın Jenna  Elfman tarafından canlandırılan ablası oğlunu büyütmenin ve babasının  yaşadığı zorluklarla baş etmenin ağırlığını hissetmektedir.
Timberlake,  “Bu filmde bir sürü harika oyuncu var,” diyor, “ama babanız rolünde  Richard’ın olması – birlikte enfes sahnelerde yer almak – karşılıklı  oynadığım sahneler arasında en sevdiklerim onlardı.”
Alzheimer gibi  ciddi bir konunun bir komedide işlenmesi sık görülen bir durum değil;  ama Gluck bu çelişkiyi seviyor ve şunları söylüyor:  “Daha duygusal  konulara eğilmeyi seviyorum. Sadece Alzheimer değil, ama onların (Dylan,  Bay Harper ve Annie) ilişkileri; ayrıca Jamie ile annesi arasındaki  gerilmiş ilişki. Atlattıkları zor durumları gülerek andıkları sürece,  duygusal öğeler öyküyü daha da iyi yapıyor.
Gluck, Elfman’I oyuncu  kadrosuna dahil ediş öyküsünü anlatıyor: “Bir okuma yaptı ve ilk birkaç  saniye içinde Justin ve Jenna’nın ezelden beri abla kardeş oldukları  hissi doğdu. Jenna anaç ve Justin’in canına okuyan bir karakteri  başarıyla oynuyor. Sanki çocukken kavga etmişler. Her şey gerçekçi  geliyor.”
Elfman, rolün Dylan için mantığın sesini temsil ettiğini  söylüyor. “Karakterim, kardeşinin aklını kaybettiğini ve burnunun  dibindeki şeyi, harika bir mizah anlayışına sahip hayranlık uyandırıcı  kızı göremediğini düşünüyor.”
Elfman, aile sahnelerinin, filmin  hayatta önemli olan şeylerle ilgili mesajının anlaşılması için önemli  olduğunu söylüyor: “Justin’in karakteri geri dönüp ailesinin yanında  vakit geçirince uyanmaya başlıyor ve bazı şeylerin değerini bilmesi  gerektiğini anlıyor. Film, özünde bunu anlatıyor.”
Richard Jenkins de  filme benzer bir bakış açısıyla yaklaşıyor. “Alzheimer hastası  olduğunuzda fazla vaktinizin kalmadığını hissediyorsunuz. Biri hakkında  bir şeyler hissediyorsanız, oyun oynamamalısınız.”
Dylan’ın New  York’taki hayatında hem soytarı hem bilge rolünü üstlenen kişi ise, yeni  iş arkadaşı Tommy. GQ’da çalışan bu atletik, gösterişli sanat  yönetmenini arsız bir komediyle mükemmel şekilde canlandıran isimse,  Woody Harrelson. Yönetmen Will Gluck, “Tommy canlandırması tuhaf ve  sanırım Woody’nin daha önce hiç oynamadığı tipte bir karakter,” diyor,  “Sadece Woody gibi biri bu rolün altından kalkabilirdi.”
Harrelson,  böyle sıra dışı bir karaktere yaklaşımını belirlemenin biraz zaman  aldığını söylüyor. “Onu gerçekten anlamam bir saniyemi aldı,” diye  açıklıyor oyuncu. “Tommy Bollinger karakterinde ilgimi çeken şey,  erkekliğinin dilinde olması. Kızlardan epey açık saçık bahseden ama  eşcinsel olan biri.” Harrelson gülerek, “Öyle şeyler söylüyor ki bunları  filme aldığımıza inanamıyorum.”
Kunis, Harrelson çalışırken sette  kahkahaların eksik olmadığını söylüyor. “Woody beni öyle bir güldürüyor  ki,” diyor oyuncu. “Onunla sahnemiz olduğunda çekimleri tamamlayamıyorum  çünkü gülmeye başlıyorum. Bana bakıyor, ben de gülmeye başlıyorum.  Timberlake de Harrelson’la yer aldığı bir sahnede, ciddi görünmeye  çalışırken aynı sorunu yaşadı. “Tüm sahne boyunca içinizde gülmekten  ölürken ciddi bir yüz ifadesi takınmak gerçekten çok zor,” diyor.
Amerikalı  izleyiciler Harrelson’ı ilk olarak çok beğenilen sit-com Cheers/Şerefe  ile tanıyıp sevdiyse de, oyuncu son zamanlarda, Oscar®‘a aday  gösterildiği Messenger’da olduğu gibi dramatik rollerdeki performansıyla  büyük övgü topladı. Friends with Benefits/Arkadaştan Öte, oyuncunun  komediye duyduğu sevgiyi yeniledi. “Bir oyun parkında çalışmaya gelmek  gibi,” diyor oyuncu. “Herkesin bir sahneyi daha da komik hale getirmek  için yeni yeni şeyler bulduğu Cheers/Şerefe’den beri kendimi bu denli  uçta hissetmemiştim. Will harika bir yönetmen. Sıra dışı komediyi çok  iyi biliyor ve bir anda inanılmaz fikirlerle çıkageliyor.”
Gluck,  sette hakim olan yaratıcılık ruhunu oyunculara mal ediyor. “Senaryoyu  yazılı haliyle filme almaya çalışırım, bir iki çekimden sonra da  denemeleri için farklı şeyler haykırıyorum,” diyor. “Bu, büyük oranda  harika oyuncularla çalışmamdan kaynaklanıyor. Bu işi çok  kolaylaştırıyorlar çünkü söyledikleri her şey iyi ve komik oluyor.”
Bu  Timberlake’in bayıldığı bir süreçti. “Will’le ben bu yönden birbirimize  çok benziyoruz,” diye açıklıyor. “Bu tip bir ortamda yaşadığımı  hissediyorum; bunun nedeni sahneden gelmem ve işlerin bir anda  değişmesine alışkın olmam. Doğaçlama dünyası, benim için oldukça rahat  bir ortam.”
Kunis de Gluck’ın yönetmenliğine övgü düzmekten geri  kalmıyor. “Will, birlikte çalışması çok zevkli biri. Hiçbir sahnenin  çekimini kestiğimizi hatırlamıyorum. Sahip olduğumuz makarayı sonuna  kadar kullanıyoruz; Will’in aklına gelen bir şeyi söylemek için koşa  koşa sahneye girdiğini, çıktığını ve sonra tekrar girdiğini  görüyorsunuz… çok hızlı ve çabuk düşünüyor.”
Ama iki saatlik bir  kahkaha tufanının ötesinde, “bu aynı zamanda yetişkinlere yönelik bir  film,” diye hatırlatıyor Gluck.  “Günümüz ilişkilerinde olanlar hakkında  bir film. Bunu zekice anlattığımızı umuyorum. Hepburn ve Tracy şimdi  bir film yapsalardı, böyle olacağını umuyorum.”
Filmde, kuşağımızın  klasikleşmiş filmlerine yapılan göndermelerin yanı sıra, Jamie ve  Dylan’ın tekrar tekrar izledikleri ve tüm romantik komedi klişelerini  komik bir şekilde içeren bir film de var– Friends With  Benefits/Arkadaştan Öte şunu soruyor: aşkın klişelerine karşı alaycı bir  tavır takınmak, sizi gerçek aşka karşı kör mü yapar? “Bu iki karakter,  bazı insanların geçtikleri bir evreden geçtiklerini biliyorlar,” diyor  Gluck. “Ayrıca bağlılığın olmadığı, sadece seks yaptıkları ve muhtemelen  kötü bitecek olan bir ilişki içinde olduklarının da farkındalar.”
Gluck  sözlerine devam ediyor: “Romantik tonlar söz konusu olsa da,  karakterler buna olduka şüpheci yaklaşıyor. Jamie romantik komedi  filmleri izlemeyi seviyor, ama filmlerdeki fikirlerin var olduğuna  inanmıyor. Filmlerin birer masal olduğuna inanıyor.”
Kunis bu ironiyi  işaret ederek gülüyor. “Film başka filmlere o kadar çok gönderme  yapıyor ki iki karakter için hayat sanatı taklit etmeye başlıyor; ama  çok şüpheci olduklarından, bunu göremiyorlar bile.” Özünde, diyor  oyuncu, “peri masallarına yaraşır bir aşk yaşamanız olasılığı çok zayıf.  Bu, insanların tanışmasının ve ilişkinin gelişmesinin çok doğal bir  versiyonu. Oldukça gerçekçi.”
Timberlake, filmin eğlence ve  oyunbazlığında sinsi bir yan görüyor. “Bence filmin kalbi sizi gafil  avlıyor,” diyor oyuncu. “Bence izleyiciye ulaşan da bu olacak; ne  olduğunu anlamadan, bu sevilesi karakterlere bağlı bulacaklar  kendilerini.”
“Arkadaş nimetleri” kavramı nadir? İki insanın, incinme  olasılığından ya da başka birini incitmenin olasılığından kaçarak  cüretkâr biçimde ve bedensel olarak yakınlaşması mümkün müdür? Duygusal  olarak bir şey söyleyemese de, Timberlake işin fiziksel boyutuyla ilgili  bir ipucu veriyor: “Duygu olmadan seks yapmak, acı verici,” diyor  gülerek.
Kunis bu görüşe katılarak şunları söylüyor, “Galiba belimi  incittim. Seksilikten çok uzak seks sahneleri hakkında konuşmak ister  misiniz? İki hafta boyunca bunu yaşadık. Bir noktada, ‘Nasıl desem  bilemiyorum, bacaklarımı hissetmiyorum,’ diyordum. Yani bence,  ‘arkadaşlık nimetleri’ gerçek hayatta işe yaramıyor!”
********************************************************
* * * *
Friends with Benefits/Arkadaştan Öte  2010 yılı yazında, New York City  ve Los Angeles’ın en simgesel lokasyonlarında çekildi.
Gluck New  York’ta geçen bir komedinin gereklerini yerine getirirken, filmin  izleyici ile belli bir sinema dili aracılığıyla iletişim kuracağını  biliyordu. Gluck New York’ta Central Park, Hudson Nehri, Times Meydanı  ve Büyük Merkez İstasyonu ünlü yerleri kullandı. Gel gelelim bunu turist  sezonunun en kalabalık zamanında yapmak, işleri epey zorlaştırdı.
“Bu mekânlarda kendi başına film çekmek zaten zor,” diyor Gluck, “Bir  de buna Justin Timberlake, Mila Kunis ve Woody Harrelson’ı  eklediğinizde, işler çığrından çıkıyor. Mekâna gelişimizin onuncu  dakikasında, binlerce insane bizi izlemek için toplanmış oluyordu. Bu  filmin her günü çevrimiçi platformda belgelendi.”
Örneğin,  Timberlake’i 5. Cadde’de yürürken gösteren basit bir çekimi ele  alalım—karşı kaldırımlar, iki saat boyunca tıklım tıklım olmuştu. Benzer  şekilde, Büyük Merkez İstasyonu ve Times Meydanı’nda çekilen ve  kalabalık içeren iki sahne, sabahın erken saatlerine kadar büyük bir  istekle çekimleri izleyen yüzlerce hayranın toplanmasına yol açtı.  Central Park’taki sahneler büyük kalabalıkların toplanmasına neden  olurken, oyuncular Hudson Nehri’ndeki küçük bir teknede nispeten daha  rahat bir çalışma ortamı buldular.
Ekip, Büyük Merkez  Terminali’ndeki çekimlere, terminal hizmete açıkken başladı. “Bu çok  iyiydi,” diyor Gluck, “çünkü bir sürü insane bizim kalabalığımızı  seyrediyordu.” Filmin sonundaki bu sahne için beş yüz civarında figüran  gerekiyordu, ancak “bir noktada trenlerin arasından geçen bin civarında  insan ve çekimleri izleyen turistler vardı. Resmen bir hayvanat bahçesi  gibiydi. New York’ta büyüdüğüm ve okula giderken sürekli oradan geçtiğim  için, o kadar insanı görmek çılgınca bir deneyim oldu. O istasyonda  dans eden insanlar olacağı hiç aklıma gelmezdi.”
Bununla beraber,  gece yarısından sonra kapılar halka kapandı ve bu görkemli tarihi binaya  sessizlik çöktü. Mila Kunis’e göre, gerçek sihir o zaman ortaya çıktı.  “Büyük Merkez İstasyonu bizim olmuştu,” diyor. “Gizli bir merdivenden  inip etrafı keşfettik. Kimse yoktu. Çıt çıkmıyordu. Harikaydı.”
Hudson Nehri aynı sessizliği vermedi. Aslında, Battery Park boyunca koşu  yapanlar, kaygısız bir biçimde setin ve teçhizatın etrafından  dolaşırken, Woody Harrelson ve Justin Timberlake nemli yaz sıcağında  basketbol oynadı.
Oyuncular, parkın rıhtımından beş metrelik  ahşap bir tekneye bindiler; sadece gerekli elemanlardan oluşan çekim  ekibi ise bir mavnaya binerek Timberlake, Harrelson ve Richard  Jenkins’in Hudson Nehri’ndeki sahnelerini filme aldı. Suda çalışmanın  kendine has zorlukları vardı. Gluck, “Devasa bir feribot geldiğinde,  tekne alabora olmanın eşiğinden dönüyordu,” diye anımsıyor.
Harrelson, o günü uzun sure unutamayacağını itiraf ediyor. Oyuncu  “1927’den kalma küçük bir tekneyle Hudson’a açılmıştık. ‘Ne kadar zor  olabilir ki?’ diye düşündüm,” diye omuz silkiyor. “Bu kadar zor olacağı  aklıma gelmezdi. Tekneyi ben kullanıyordum ve bir ara nehirde muazzam  bir trafik baş gösterdi. Bir römork geldi; büyük bir dalgaya yol  açtığını ve sığ suda olduğumuzu gördüm. Bana böyle bir durumda teknenin  burnunu dalgaya doğru çevirmem söylenmişti. Ama battaniyelerin altına  gizlenmiş biri durumu group, ‘Ben devralayım’ dedi. Ben ‘Sahi mi?’  dedim. Adam dümene geçti ve dalga bizi resmen yıkadı. Baştan aşağı  sırılsıklam olmuştuk. Baştan aşağı. Zordu ama çok heyecanlıydı. Tüm  dublörlük sahnelerde kendim yer alırım, tehlikeli değilse tabii,” diye  gülüyor.
Yapım ekibi, Los Angeles’taki çekimlerde farklı bir  atmosferle karşılaştı. Gluck, “New York çok elektrikliydi,” diye  özetliyor, “New York City’de çekim yapmayı seviyorum; ama L.A.’de sadece  işinize yoğunlaşabiliyorsunuz ve çekim yaparken ilgi odağı  olmuyorsunuz.”
Timberlake iki şehir arasındaki farkı açıklıyor:  “L.A. daima film çekilen bir yer olmuştur. İnsanlar durup biraz izler.  Ama kolayca sıkılırlar çünkü muhtemelen yolun aşağısında başka bir film  çekiliyordur. New York bu bakımdan biraz daha zorlu. Şehirde o kadar  insane var ki. İnsanlar durup kalabalık oluşturuyor; bud a çok heyecan  verici. Derken parkta tiyatro yaptığınız hissine kapılıyorsunuz. Bence  L.A.’de çekim yaptığımız ilk iki gün şoke olduk çünkü etrafta toplanıp  bizi izleyen altı bin kişi yoktu.”
Los Angeles’ta, çekim programında  stüdyoda iki haftalık iş de vardı; ancak çekimlerin büyük bölümü gerçek  mekânlarda ve Çin Tiyatrosu, Malibu sahilleri, Hollywood Pantage  Tiyatrosu, şehir merkezindeki tarihi Union Station, Los Angeles  Uluslararası Havaalanı ve Los Angeles’ın en ünlü set dekoru olan  Hollywood tabelası gibi yerlerde yapıldı.
Ekip Malibu’ya  vardığında, hava New York yazının en sıcak günlerinden çok daha serindi.  Aslında, Timberlake tüm vücudunu saran bir dalgıç kıyafetiyle bile  üşüdüğünü hissetti; bir günlük çekim için tekrar bir mavnaya doluşan  çekim ekibi de öyle.
Timberlake preprodüksiyon aşamasında,  oyuncunun senaryoyu aldığında her zaman tüm tabloyu düşünmediğini  söylüyor. “Senaryoda bazı şeyleri okuyup ‘bunu söylesek komik olur, bun  yapsak komik olur,’  diyorsunuz. Derken, bir anda kendinizi üç derece  sıcaklıkta dalgıç kıyafetiyle suda buluyorsunuz. Kendi kendinize “bunu  neden bilemedim?” diyorsunuz.
Timberlake jet-ski’yi bir  profesyonel gibi kullandıysa da, çekim ekibinin pozisyon alması daha zor  oldu. Gluck açıklıyor: “Uzakta, dalgakıranın ötesinde olmalıydık. Ekip  sahilden yarım mil kadar uzaklıktaki devasa bir mavnada olacaktı.  Mavnaya ulaşmamızın tek yolu, kıyıdan bizi götürecek olan küçük motorlu  teknelerdi. Dalgalar sahilde o kadar güçlüydü ki ekipten bir sürü insan  teknelerin çarpmasıyla yaralandı,” diye gülüyor. “Ekibin büyük bölümü  bir aksiyon filmini yeni tamamlamıştı ama bizim filmimizin  on kat daha  zor olduğunu söylediler; öyle delice şeyler yapıyorduk.”
Tüm  ekip, simge halini almış Hollywood tabelasında çekim yapmayı iple  çekiyordu. Uluslararası alanda tanınan ve mesleklerinin alamet-I  farikası olan bir simgede çekim yapmak ekibe gurur veriyordu; mekânın  halka açık olmaması, bu fırsatı daha da nadide kılıyordu. Ama sarp  arazide bulunan dokuz metre yüksekliğindeki bu tabelada çekim yapmak,  ekiptekilerin birer kâşif gibi karmaşık bir halat ve tırmanma teçhizatı  sistemi kuşanmasına neden oldu.
Gluck, “Oyuncuları gerçek  Hollywood tabelasına yerleştiren ilk film bizimki gibi görünüyor,”  diyor. “İnsanlar tabelanın çevresinde çekim yaptılar ama biz Justin’le  Mina’yı tabeladaki ikinci “O” harfine koyduk. İki gün boyunca orada,  yerden 6 metre yükseklikte asılı durduk.”
Hollywood Tepesi 500  metre yüksekliğinde; tabela da dar bir yüseltinin zirvesinde. Rüzgâr  başlı başına güçlü esiyor; ama ekip havadan yapılacak çekimler için iki  helikopter-kamera kullandı. Gluck, Timberlake ve Kunis’ten söz ederken,  “Bu kadar üşümüş iki kişi gördüğümü anımsamıyorum,” diyor. “O iki günün  sonunda benden pek memnun kalmadılar.”
İster fotoğraflardan, ister  Hollywood’daki bir çatıdan, isterseniz de yerdeki bir gözlem noktasından  görmüş olun, Hollywood tabelasını yakından görmeden ne kadar büyük  olduğunu anlayamazsınız. Timberlake, “Hollywood tabelasına Hollywood’dan  baktığınızda, ‘L’nin altına tutunup kendinizi yukarı çekebilirmişsiniz  gibi geliyor. Ama yanına gidip baktığınızda, çok yüksekte olduğunu  anlıyorsunuz,” diyor kafasını sallayarak. “Çok heyecanlıydı. Çok üşüdüm.  O günün bittiğine hiç pişman değilim,” diye gülümsüyor.
Mila Kunis  Hudson’ın veya Pasifik’in sularına katlanmak zorunda kalmadı belki ama o  da kendince incinmeler ve utanç verici durumlarla övünüyor. Bir sahnede  merdivene çıkması gerekiyordu, “on iki santimlik topuklarla hem de; her  seferinde kaval kemiklerimi aynı noktadan çarpmayı başardım.”
Oyuncu,  “tüm yaralarımı saydım,” diye devam ediyor, “bu film bende diğer bütün  filmlerimin toplamından daha fazla yara açtı,” diye gülüyor. L.A  Uluslararası Havaalanı’ndaki bagaj taşıma bandındaki bir bavulunu  kovaladığı sahneyi kastediyor. Fİlmin büyük bölümünde platform topuklu  ayakkabılar giyen Kunis, bu sahneyi çıplak ayak çekti. Taşıma bandı  dönerken, oyuncu koşup başka insanların bavullarını alıyor ve  sahiplerine fırlatıyordu. Bütün bir gün. “Ayaklarıma nasıl kara sular  indi, hayal bile edemezsiniz,” diye gülüyor. Sahne tamamlandığında,  Kunis’in azminden ve dayanıklılığından çok etkilenen ekip bir alkış  tufanı kopardı.
