“SOYSUZLAR ÇETESİ-INGLORIOUS BASTERDS”

21 Ağustos’ta Sinemalarda

Soysuzlar Çetesi, Fransa’nın Alman orduları tarafından işgalinde yaşanan gerçek olayları sinema perdesine taşıyor.

Shosanna Dreyfus (Melanie Laurent), Fransa’nın Alman orduları tarafından işgalinin ilk yılında ailesinin Nazi albay Hans Landa (Christoph Waltz) tarafından katledilişine tanık olur. Katliamdan kılpayı kaçmayı başaran Shosanna, Paris’e yerleşir ve sinema salonu işletmecisi sıfatıyla yeni bir kimlik edinir.
Öte yandan Avrupa’nın başka bir yerinde Teğmen Aldo Raine (Brad Pitt), Naziler’e yönelik intikam eylemlerini organize etmek için Yahudi kökenli Amerikalı bir grup askeri bir araya getirmiştir. Daha sonra düşmanlar tarafından “soysuzlar” olarak bilinen ve Üçüncü Reich’ın liderlerini devirme misyonu yüklenen Raine’in grubuna gizli ajanlık da yapan Alman kadın sanatçı Bridget von Hammersmark da katılır. Shosanna’nın kendi intikam planını devreye sokmasıyla birlikte hepsinin kaderleri aynı noktada kesişecektir.
Quentin Tarantino’nun kurgu ile propagandayı eşit düzeyde bir araya getiren çalışması “Inglorious Basterds”, 2. Dünya Savaşı’nın yüzkızartıcı, iğrenç ama bir o kadar da gerçek ve olağanüstü öykülerini harmanlayan bir çalışma…
Yönetmen: Quentin Tarantino
Oyuncular: Brad Pitt, Diane Kruger, Eli Roth, Julie Dreyfus, Melanie Laurent, Til Schweiger, Christoph Waltz, Daniel Brühl, Michael Fassbender, Samuel L. Jackson (Anlatıcı)
Senaryo: Quentin Tarantino
Yapımcılar: Lawrence Bender, Quentin Tarantino
Görüntü Yönetmeni: Robert Richardson, Prodüksiyon Tasarımı: David Wasco
Kurgu: Sally Menke, Kostüm Tasarımı: Anna B. Sheppard
Set Dekorasyonu: Sandy Reynolds-Wasco
Özel Makyaj Efektleri: Gregory Nicotero
The Weinstein Company – Universal Pictures

Prodüksiyon Notları
Bölüm 1: Senaryo Yazımı
“Inglorious Basterds”in uzun gelişin sürecini anlatmanın en iyi yolu, yazar – yönetmen Quentin Tarantino ile arkadaşları ve meslektaşları arasında paylaşılan anektodlardan bahsetmektir. Öykünün bölümleri ve senaryodaki unsurların çoğu, Tarantino ile arkadaşları arasındaki sohbetler esnasında ortaya çıktı. “Görevdeki askerler”in casusluk faaliyetlerini anlatan filmin ismi dahi o günlerde şekillendi ve Enzo Castelleri’nin 1978 yapımı filminden alındı.
Filmde küçük bir rolde konuk oyuncu olarak kamera karşısına geçen Castelleri, “Aslında o tamamen farklı bir filmdir; bu ise Quentin’in kendi yapıtıdır. Dolayısıyla yeniden yapımı değildir. Sadece isminden esinlendiler,” diyor.
Yapımcı Lawrence Bender ise, Tarantino’nun sesinden “Ingloruios Basterds”in bölümlerini dinlediği ilk günü şu sözlerle anımsıyor: “Bundan on yıl önce ofisime gelmişti. Bölümleri okuyunca çok beğendim. ‘Bunu mutlaka film yapmalıyız’ diye düşündüm.”
Ancak Bender’in oldukça uzun süre beklemesi gerekti. Sonraki 10 yılda senaryonun birçok farklı versiyonları yazıldı. Yıllar geçtikçe filmin ismi aynı kaldı ama öykünün anahatlarında değişiklikler oldu. Bu arada Tarantino da projeyi bir TV mini dizisi şeklinde sunmak veya kitap haline getirmek gibi düşünceler arasında gitti geldi.
Filmde Donny Donowitz adlı “basterd”in portresini çizen Eli Roth ise o günleri şu sözlerle anımsıyor: “Inglorious Basterds’ ile ilk tanışmam 2004 Aralık ayında Quentin’in Hitler monologunu okuyup yorumladığı gün gerçekleşti. Şimdilerde ‘Quentin Tarantino Tiyatrosu’ olarak adlandırdığım olaya ilk defa o gün tanık oldum. Tarantino senaryoyu okurken her karakteri tek tek yorumlayarak oynuyordu.”
Roth sözlerine şöyle devam ediyor: “Okuduğu herşeyden çok etkilendiğimi kendisine de söyledim. Sonraki yıllarda beni sık sık arayıp, ‘Hey, Inglorious Basterds’ için yepyeni bir sahne hazırladım’ dedi ama bu projeyi bir kenara bırakıp ‘Death Proof – Ölüm Geçirmez’i çekti. Bundan birkaç yıl önce yeniden arayıp, ‘Artık ‘Inglorious Basterds’i gerçekten yapmak istiyorum’ dedi.
2008 baharına gelindiğinde bu kez Bender’ı arayan Tarantino, “Inglorious Basterds”a yeniden odaklandığını ona da anlattı. “Çok heyecanlandım, çünkü bunu söylerken mutlu görünüyordu ama bitirmeye bu kadar yakın olduğunu o anda fark edemedim” diyor Bender…
Takvimler 2 Temmuz 2008’i gösterdiğinde Tarantino sözünü gerçekten tutmuş ve “Inglorious Basterds”in final taslağını tamamlamıştı.
Tarantino ile ilk filmi “Jackie Brown”dan bu yana sürekli çalışma ayrıcalığını elde eden Yapımcı Pilan Savone ise, senaryo taslağını eline aldığı ilk dakikaları şöyle hatırlıyor:
“Biz ona ‘yayın günü’ diyoruz. Senaryo taslağını bitirdiği gün getirip masama koydu. Biz de şirkette kopyalarını çıkarttık. Arkadaşlarını tek tek arayarak, ‘Sonunda bitirdim, gelip alın’ diye haber uçurmaya başladı. Elinde çok uzun bir liste vardı. İnsanlar koşa koşa geliyor ve kopyaları alıyordu. Listenin sonuna geldiğimizde o kadar yorulmuştuk ki, şirkette çalışan kızlara baktım ve ‘Şaraba ihtiyacımız var galiba…’ dedim.”
Yapımcı Bender da şunları ekliyor: “3 Temmuz günü Tarantino’dan çağrı aldım ve Pilar bana senaryo taslağını gönderdi. O gün bütün randevularımı iptal ettim. Evime çekilerek senaryo taslağını bir kere daha okudum. Tarantino’ya telefon açtım ve ‘Yeniden okumalıyım’ dedim. Sonra oturup bir kere daha baştan okudum. Ne kadar büyük heyecana kapıldığımı anlatamam.”
Quentin Tarantino yazdığı senaryoyu şu sözlerle yorumluyor: “Filmdeki her bölümün kendine özgü bir  görünümü vardır; farklı duygular verir. Filmin genel tonu ise hepsinden farklıdır. Açılış sahnelerinde 2. Dünya Savaşı ikonografisini barındıran spaghetti western tadı vardır.”
Senaryo taslağını erken okuyanlar arasında “Reservoir Dogs”tan beri Tarantino’yla çalışan özel makyaj efektleri sanatçısı Greg Nicotero da yer alıyordu. Nicotero’nun kafasında filmin nasıl olacağına dair bazı düşünceleri vardı. 164 sayfalık senaryo taslağını okuyunca arada büyük farklar olduğunu gördü. Bunların neler olduğunu şöyle anlatıyor:
“Büyük savaş ve katliam sahneleri olacağını; cesetlerin sağa sola savrulacağını düşünmüştüm. Benim için büyük sürpriz oldu. Okurken senaryonun ne yöne gideceğini dahi kestiremedim. Ayrıntı zenginliği karşısında büyülendim. Olağanüstü derecede otantik bir yapısı vardı.”
Tarantino’nun yazdığı senaryo, alternatif bir gerçeklikte kesintisiz şekilde akan gerçek ve kurgu karakterleriyle okurları şaşırttı. Nicotero’nun bu konudaki yorumu şöyle:
“Tarantino’nun senaryosundaki ilk cümle, ‘Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar Nazi işgali altındaki bir Fransa varmış…’ şeklindedir. Bu bir masal girişidir. Quentin Tarantino stilinde anlatılmış bir peri masalı… Daha ilk sahnesinden itibaren izleyiciyi çok farklı ve özgün bir yola çıkarır.”
Heyecandan yerinde duramayan Lawrence Bender, 6 Temmuz 2008 Pazar günü Tarantino ile buluştu. Yaptıkları toplantıda projeyi ve kendilerini bekleyen zorlukları konuştular.
Bender o günü şu sözlerle hatırlıyor: “Senaryo taslağı üzerinde detaylıca konuştuk. Sonra nerede çekeceğimizi konuşmaya başladık. Dünyanın çeşitli yerlerindeki farklı mekanlardan konuştuk. Tüm bunların sonunda Almanya, özellikle de Berlin üzerinde odaklandık.”
Bender sözlerine şöyle devam ediyor: “Tarantino o gün bana filmi 2009 Cannes Film Festivali’ne yetiştirmek istediğini söyledi. Bu imkansızı istemekle eşdeğerdi. Prodüksiyon öncesi çalışmalara hemen yarın başlasak, çekimlerin startını ancak 14 hafta sonra verebilirdik. Büyük ihtimalle finansman konusunu çözmeden önce Almanya’da olacaktık. Bu da, oyuncu seçme, ekip kurma, mekan bulma gibi çalışmaların hepsini finans bile bulmadan yapacağımız anlamına geliyordu.”
Prodüksiyon amiri Lloyd Phillips de şunları anlatıyor: “İlk 2 – 4 haftalık süre çılgınca bir tempoda geçti. Herşey çok hızlı gelişiyordu. Ekip kurma, hesap kitap gibi işlerde adeta zamana karşı yarışıyordum. Filme belirli bir tarihte başlayacağımızı biliyorduk. Bu yüzden herkese aynı anda odaklanmamız gerekliydi. Harika bir ekip kuramadığımız takdirde o tarihe yetiştiremezdik.”
Tarantino ve yapımcılar, senaryo taslağını Brad Pitt’e göndererek kadroyu kurma çalışmasının startını verdiler.
Tarantino’nun Almanya’ya vardığı sıralarda prodüksiyon tasarımcısı David Wasco da yoğun mekan araştırması yapmakla meşguldü. Elinde Tarantino’ya göstereceği bir oda dolusu fotoğraf vardı.
Prodüksiyon öncesi süreci çılgınca bir tempoda başladı. “Yayın günü”nün üzerinden 14 hafta geçtiğinde kameralar “Inglorious Basterds” için dönmeye hazırdı.
Bölüm 2 – Oyuncu Tercihleri
“Inglorious Basterds”in oyuncu seçme süreci, Paris, Berlin ve Los Angeles’taki casting yönetmenlerinin olağanüstü becerisi ve sabrını gerektirdi. Prodüksiyonun en önemli özelliği, senaryoda bahsedilen her karakteri oynayacak oyuncunun ilgili ülkeden seçilmesiydi. Böylece kelimenin tam anlamıyla uluslararası bir oyuncu kadrosu kurulurken Tarantino’nun çok istediği gerçek uluslararası sinema konusunda yepyeni bir adım atıldı.
Filmin kadrosuna katılan ilk aktör, Teğmen Aldo Raine rolündeki Brad Pitt oldu. Ünlü aktörle tanışmak için Fransa’ya giden Tarantino, “O harika bir aktör. Uzun zamandan beri beraber çalışmak istiyorduk. Tam doğru oyuncuydu. Bu rol için başkasını hiç düşünmedim” diyor.
Almanya’da doğan, Fransa’da yaşayan Diane Kruger, filmin çok uluslu kadrosunun dünya sineması için önemli bir değişim olduğunun altını çizerek şu yorumu yapıyor: “Bir Avrupalı olarak bu yaklaşımı takdirle karşılıyorum. Tarantino’nun bunu yapması çok önemlidir. Her karakterin farklı uluslardan seçilmesinin filme otantizm kattığını düşünüyorum. Farklı dillerin farklı melodileri vardır. Farklı dilde konuşan insanların birbirini anlamaması bence çok eğlenceli…”
Diane Kruger’in oynadığı Bridget Von Hammersmark karakteri aslında doldurulacak en son roller arasındaydı. Ancak Tarantino bu rol için Diane Kruger ile hemen anlaşma yaptı. Prodüksiyon amiri Erica Steinberg’in bu konudaki yorumu şöyle: “Diane, Quentin’in mizah anlayışını hemen algıladı. Senaryoyu okuduğunda her yönüyle kavradı. Sonuçta öğrenmesi gereken bir rol değildi. Diyalogları tamamen anladığı için Quentin hiç düşünmeden rolü verdi.”
Diane Kruger, filmin sıradışı “kurgusal tarihi” içerisinde portresini çizdiği karakterin konumunu şu sözlerle değerlendiriyor: “Bridget Von Hammersmark mükemmel bir karakterdir. 40’lı yıllarda Alman film yıldızıdır. Marlene Dietrich ve Hildegard Knef çizgisinde oyun stili vardır. Bence onu çok özel kılan yanı, savaş sırasında ülkesinde kalmaya karar vermesidir. Bu yüzden Almanlar tarafından çok sevilir. Nazi rejimiyle arası iyidir ama aslında İngilizler adına çalışan bir casustur.”
“Inglorious Basterds”in kadrosunu katılan ilk aktörlerden birisi de Daniel Brühl oldu. Filmde savaş kahramanlığından gelme film starı Fredrick Zoller rolünü üstlenen Daniel Brühl, bu karakteri şu sözlerle tanımlıyor: “Çok sevimli ve yakışıklı bir erkektir. Sinema sevgisiyle dopdoludur. Shosanna’yı elde etmek için sıkı mücadele vermesi gerekir. Bu durum film boyunca sürer gider. Kendisine kötü davranan ve ne olursa olsun saygı duymayan bu kızı elde edemez.”
Fredrick Zoller rolünü aldıktan sonra Paris’e giden Daniel Brühl, orada Shosanna rolüne aday olan bir grup Fransız kadın oyuncunun yer aldığı okumalara katıldı. Bu okumalar sonucunda Brühl’ün karşısında oynayacak en uygun oyuncunun Melanie Laurent olduğu ortaya çıktı. 2008 yılında Cannes Film Festivali’nde En İyi Kısa Film dalında Altın Palmiye ödülü kazanan oyuncu ve yönetmen Melanie Laurent, ayrıca Gelecek Vaadeden Kadın Oyuncu kategorisinde de 2007 Cesar ödülünün sahibi olmuştu.
Tarantino’nun Shosanna karakteriyle ilgili yorumu şöyle: “Shosanna daima ana karakter oldu. Filmin konseptinde en büyük değişikliği bu karakter üzerinde yaptığımı kabul ediyorum. Senaryo taslağının orijinal versiyonunda Shosanna karakteri bir tür film karakteri gibiydi. Saldırgan ve kavgacı bir yapısı vardı. Ama bunu daha önce ‘Kill Bill’deki Gelin ile zaten yapmıştım. Bu yüzden Shosanna’yı bu koşullar altında daha gerçek bir kız yaptım.”
İlk aşamada istediği aktörleri kolay bulan Tarantino, sıra Albay Hans Landa rolünü oynayacak aktöre geldiğinde oldukça endişeliydi. Onu rahatlatan aktör Christoph Waltz oldu. Gerisini yapımcı Lawrence Bender’dan dinleyelim: “Christoph Waltz’ın provası başladığında Quentin ile birbirimize baktık. Aradığımız oyuncuyu bulduğumuzu onun gözlerinde gördüm. Baştan çok endişeliydi ama en kolay bulduğumuz oyunculardan birisi oldu.”
“Basterds”ların geri kalanı hızla bulundu. Hugo Stiglitz rolünde oynayan Til Schweiger, uzun yıllardan beri Tarantino’nun yakın arkadaşıydı. Hatta Tarantino’nun ilk prodüksiyon şirketi Mr. Brown Entertainment’ın ismini bile Tarantino’nun “Reservoir Dogs”da oynadığı karakterden yola çıkarak o koymuştu.
Filmin önemli karakterlerinden Donowitz rolü için Tarantino’nun aklında hep Eli Roth vardı. Hatta senaryosunu kaleme almadan öncesinde bile onu düşünmüş; Roth’un kendisine de söylemişti. Deneyimli aktör bu rolü nasıl aldığını şu sözlerle anlatıyor:
“Senaryonun final versiyonunu okuyunca çok beğendim. Quentin bir ara bana, ‘Donowitz rolü için aklımda sen varsın demişti. ‘Death Proof’ta verdiği rol gibi küçük ve önemsiz olacağını sanıyordum. Sonra senaryoyu okuyunca ana karakterlerden birisi olduğunu gördüm. Filmin bütününü sürükleyen karakterlerden birisiydi.”
Filmde Wilhelm Wicki rolünde oynayan Alman aktör Gedeon Burkhard da, “Inglorious Basterds” fırsatı için yıllarca bekleyenlerden birisiydi. Tam sekiz yıl beklediğini ifade eden Burkhard, bu rolü hangi koşullarda aldığını şu sözlerle açıklıyor:
“Tarantino ile dokuz yıl önce Viyana’da tanıştık. Onu yeniden Los Angeles’ta gördüm. İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir senaryo yazmakta olduğunu, filmde iki dil konuşan ve çeviri yapabilen Wilhelm Wicki rolü için beni düşündüğünü söyledi. Sonra bir daha haber alamadım. Geçen sene Almanya’ya geldiğini ve oyuncu seçmekte olduğunu duydum. Acaba seçmelere çağrılır mıyım düşüncesiyle gergin bir bekleyişe girdim. Sonunda seçmelere girmeyi başardım. Rolü aldığım günden beri de yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dolaşıyorum.”
“Inglorious Basterds”taki diğer karakterleri oynayan aktörler şöyle sıralanıyor:
•    Fransız Perrier Lapadite rolünde Denis Menochet;
•    Shosanna ile belirli bir hedefi paylaşan sırdaş dostu Marcel rolünde Jacky Ido;
•    Aslında İngiliz komandosu olan İngiliz sinema uzmanı ve film eleştirmeni Archie Hicox rolünde İrlandalı aktör Michael Fassbender;
•    Goebbels rolünde, daha önce Dani Levy’nin “Mein Führer” adlı filminde de aynı rolü oynamış olan Sylvester Groth;
•    Albay Hans Landa gibi olmak isteyen Binbaşı Hellstrom rolünde Alman aktör August Diehl;
•    Francesca Modina rolünde Julie Dreyfus.
Bölüm 3 – Kamera Arkası Hazırlıkları

Oyuncu seçme sürecinin tamamlanmasından sonra filmin tüm oyuncu kadrosunu okuma yapmak üzere büyük bir masanın çevresine toplayan Tarantino, bugüne kadar çekilmiş 2. Dünya Savaşı filmleriyle ilgili önemli bir açıklama yaptı. Bunların iki ana kategoriye ayrıldığını; birinci grupta “savaş bir trajedidir” filmlerinin, ikinci grupta da “harekete geçerek ülkesi için savaşan asker” filmlerinin yer aldığını anlattı. Kendi yapacağı filmin ikinci gruba girdiğini söyledi.
“Inglorious Basterds”in hazırlık süresi çok kısaydı. Bu nedenle kostüm tasarımcısı Anna Sheppard, prodüksiyon tasarımcısı David Wasco ve özel makyaj efektleri sanatçısı Greg Nicotero’nun hemen çalışmaya başlamaları, herşeyi hızlı tempoda yaratmaları gerekiyordu.
Kostüm tasarımcısı Anna Sheppard, hazırladığı yaratıcı kostümler aracılığıyla filmin alternatif dünyasına ilave bir boyut getirdi. Daha önce de 2. Dünya Savaşı temalı projelerde çalışmıştı. Bunlar arasında HBO yapımı “Band of Brothers”, Polanski imzalı “The Pianist” ve Spielberg’ın “Schindler’s List” adlı filmleri vardı. Bu nedenle yeni bir 2. Dünya Savaşı projesini almaya çok istekli değildi. Ancak “Inglorious Basterds”ın o döneme tamamen beklenmedik açıdan bakan bir film olduğunu anlayınca önüne çıkabilecek fırsatları fark etti.
Sheppard bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Bu filmde çalıştığım takdirde bana büyük miktarda özgürlük verileceğini hissettim. Bu da bana yeni şeyler deneme, yeni yaklaşımlar getirme cesareti verdi. O dönemi daha önce hiç olmadığı şekilde anlatan bir filmde çalışmak hoşuma gitti. Belki diğer filmleri de yapmak bana güven vermişti ama bu filmdeki kostüm çalışmamın hakkının verildiğini görmek gerçekten keyifliydi.”
Anna Sheppard’ın hazırladığı kostümler, filmin başrol oyuncularından Diane Kruger’ı da heyecanlandırdı. Özellikle “La Louisiane” sahnesinde giydiği kostümün oynadığı karaktere uyum sağladığını ifade eden Diane Kruger, “Oynadığım karakter göze çarpmak ve dikkat çekmek istemeyen bir kadındır. Ancak aynı zamanda bir film starıdır. Bu nedenle tüylü fötr şapka giyer ve bu şapka onun kıyafetine mükemmel uyum sağlar. Bu kadar güzel bir kıyafetle bile fark edilmeden kalabilme düşüncesi bence çok eğlenceliydi.”
Aradığı esin kaynaklarının çoğunu Julie Dreyfus ile yaptığı toplantıda bulduğunu söyleyen Anna Sheppard’ın bu konudaki yorumu şöyle: “Julie üzerindeki kıyafeti nasıl taşıyacağını bilen çok güzel bir oyuncu… Daima hayvan kürkünden yapılmış mantolar giyer. Timsah derisi çanta ve leopar derisi şapka tercih eder. Bu da Francesca Mondino karakterinin zalim yönünü simgeler.”
Rolünü yaparken Francesca Mondino’nun Goebbels ile ilişkisini giysiler aracılığıyla yorumladığını söyleyen Julie Dreyfus ise, “Francesca’nın harika giydirilmiş bir karakter olduğunu düşünüyorum. Birbirinden güzel giysiler, kürkler, mücevherlerle dolaşır. Daha önce bu kadar gözalıcı kıyafetler hiç giymemiştim. Anna tıpkı Hollywood’un eski altın günlerindeki gibi kıyafetler yarattı” diyor.
Makyaj sanatçısı Greg Nicotero’yu bekleyen en büyük zorluk, Winston Churchill, Adolph Hitler ve Joseph Goebbels için yapılacak makyaj tasarımlarıydı. Tarantino ile yaptığı ilk toplantılardan itibaren bu karakter için ne gibi zenginleştirmeler yapılabileceğini tartıştı.
Nicotero’nun bu konudaki yorumu şöyle: “Adolph Hitler rolünde oynayan Martin Wutke, daha önce Hitler’i sadece sahnede canlandırdığı için protez sürecinden hiç geçmemişti. Makyaj testi sırasında silikon yanaklar, çene, burun, peruk ve kontakt lens uygulaması yaptık. Tüm bunların sonucunda Wutke’un geçirdiği dönüşümü seyretmek çok keyifli oldu.”
Prodüksiyon tasarımcısı David Wasco ise, Temmuz ayında Bender ve Tarantino ile yaptığı toplantının hemen ardından Berlin’e yolculuk yaparak mekan taramasına başladı. Ünlü tasarımcı, bu kentle ilgili yorumunu şu sözlerle dile getiriyor:
“Berlin aslında film yapmak için çok meşgul bir kenttir. Ancak oraya kafamda bazı şeyleri bitirmiş olarak gittim. Tamamen Almanlar’dan oluşan bir sanat departmanıyla çalıştım. Hepsi Berlinli’ydi. Bu ölçekte bir filmin tamamen yerel ekipler kullanılarak ilk kez yapıldığına inanıyorum.”
Wasco sözlerine şöyle devam ediyor: “Tarantino ile bir dönem filmi daha yapma şansını iyi değerlendirdim. Belli belirsiz dönem filmi olarak adlandırabileceğimiz önceki projelerinde birşeyler denemeye çalışmıştık. Örneğin ‘Reservoir Dogs’ta 70’li yılları canlandırırken, aynısını ‘Pulp Fiction’da da yaptık. Bu defa karşımızda 1930’ların sonu ile 1940’ların başı vardı. Herşeyin tam olarak o döneme uygun olması gerekiyordu.”
Bölüm 4 – Mekan Seçimleri

10 yıllık senaryo yazım ve 14 haftalık ön hazırlık sürecinin ardından “Inglorious Basterds”in çekimlerine 9 Ekim 2008 tarihinde Almanya’da Bad Schandau adlı küçük bir kasabada başlandı. Burası Çek Cumhuriyeti sınırına yakın küçük bir kasabaydı.
Filmin çekimleri tamamen sekans sırasına göre yapıldı. Öncelikle Lapadite Çiftliğinde Perrier Lapadite ile Hans Landa arasında geçen sahneyle başlandı. Bu mekanın seçilmesinin ana sebebi, düzlükler üzerinde küçük tepeler olan görkemli manzarasıydı. Bu açıdan Amerikan Vahşi Batısı’nın topoğrafik yapısının karakteristik özelliğini yansıtıyordu.
Lapadite Çiftliği, sinema salonu ve “La Louisiane”nin iç mekanlarıyla ilgili çekimlerin tamamı, Berlin’de kurulu olan Babelsberg Stüdyolarında gerçekleştirildi. Kısaca UFA olarak bilinen Universum Film AG’ye ev sahipliği yapan 97 yıllık stüdyo tesislerinde bugüne kadar Almanya’nın en ünlü filmleri hayata geçirildi. Uzun süre işlevsiz kalan stüdyolarda 1990’ların ortasından itibaren yenileme çalışması başlatıldı ve adeta yeniden doğdu. Baştanbaşa yenilenerek dekore edilmesinin ardından Avrupa’da yapılan filmlerin odak noktası haline geldi. 2000 yılında 3 Oscar ödülü kazanan “The Pianist”in çekimleri Babelsberg Stüdyolarında yapıldı. Burada hayata geçirilen önemli prodüksiyonlar arasında “The Constant Gardener”, “The Bourne Supremacy”, “The Counterfeiters” ve “The Reader” gibi yapımlar yer aldı.
Lapadite Çiftliğindeki çalışmayı bitiren prodüksiyon ekipleri daha sonra Berlin’e geri döndüler. Filmin oyuncularından Omar Doom, bu kentle ilgili gözlemlerini şu sözlerle aktarıyor:
“Berlin’e ilk gittiğimde savaş döneminden kalan bölgeleri tek tek gezdim. Hepsi yerli yerindeydi. Hatta bina duvarlarında mermi delikleri bile duruyordu. Savaştan geri kalanları her yerde görebiliyorsunuz. Mekan olarak kullanılan yerlerden bazıları, bizzat Hitler’in yaptırdığı gerçek Nazi siperleri ve koruganları arasından seçildi.”
“The Basterds” timini ormanlık alanda hareket halinde gördüğümüz sahnenin çekimleri, 1888 yılında inşa edilen ve hiç kullanılmayan Hahneberg Tabyası’na bağlı alanda gerçekleştirildi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kapatılan bu bölge 1990 yılında yeniden açılmıştı. Aşırı gelişmiş ağaçlık alanlarıyla Basterds’ın düşmanla karşılaştığı sahneler için mükemmel bir mekan oluşturduğu için çekimler orada yapıldı.
Laurent, Brühl ve diğer ekipler, daha sonra Paris’e yolculuk yaparak bir Fransız Bistrosunda geçen küçük sahnenin çekimini gerçekleştirdiler. Bu kentte çekime uygun bir bistro aranırken referans olarak Claude Chabrol’un “The Blood of Others” adını taşıyan ünlü filmi alındı. Yapılan arama sonucunda Chabrol’un o filmi çektiği mekan bulundu. Böylece filmin Claude Chabrol’un ünlü çalışmasına ithaf olması sağlandı.
Daniel Brühl’ün Paris sahnesiyle ilgili izlenimleri şöyle: “Filmin Paris’te geçen tek sahnesinde yer aldığım için mutlu olduğumu söylemeliyim. Ayrıca bistronun gerçek olması, film seti olmaması hoşuma gitti. Bence Paris dünyanın en güzel şehirlerinden birisidir. Atmosfer de harikaydı. Noel öncesinde çektiğimiz için herkes birkaç günlüğüne de olsa çok mutluydu. Fransız mutfağının da muhteşem olduğunu söylemeliyim.”
Bölüm 5 – Filmin Çekimleri
“Inglorious Basterds”in çekimleri, geçtiğimiz yıllarda “Metropolis” ve “The Blue Angel” gibi sinema tarihine damgasını vurmuş ünlü filmlerin çekildiği stüdyoda gerçekleştirildi. Yapımcı Bender bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor:
“Hepsi tarihin bir parçası olan olağanüstü ortamlarda çekim yaptık. Hitler dönemine ait filmlerin hemen hepsi orada çekilmişti. Bu nedenle çok tuhaf ve ilginç bir enerjisi vardı. Goebbels’in kendi filmlerini çektiği yerlerde çalışma yapmanın mutluluğunu yaşadım.”
Filmin konu akışında “misyon adamları”nın yolu, faşistlerin Üçüncü Reich’i devirmek amacıyla düzenlenen uluslararası casusluk komplosunun odak merkezine düşer. Bu faaliyetler son derece yoğun geçen “La Louisiane” sahnesinde yer alır. Filmin aktörleri 2,5 haftalık prova süresinin ardından bu dar mekanda 3 haftalık çalışma yaptılar.
Quentin Tarantino’nun bu sahneyle ilgili yorumu şöyle: “Herkes bunun unutulmaz bir sahne olacağını biliyordu. ‘La Louisiane’ sahnesi için ‘Reservoir Dogs’un sınırlandırılmış versiyonu gibi diyebilirim. Yine Naziler ve Almanlar vardır ama depo yerine bodrum katındaki bir barda geçer. Böyle bir sahneyi çekmenin en iyi yöntemi, kameralar çalışmaya başlamadan önce kapsamlı bir prova süreci yapmak, çekimleri sonra başlatmaktı.”
Shosanna rolünde kamera karşısına geçen Diane Kruger ise, izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor: “Sahnenin çekim zamanı geldiğinde kendimi sanki oyun oynar gibi hissettim. Repliklerimi çok iyi biliyordum. Zaten o repliklerin hayalini kurmuştum. Hatta rüyamda bile görüyordum. Sette herşey yerli yerindeydi. Quentin’i harika yönetmen yapan özelliklerinden birisi, arka planda olsanız bile sizi sürekli gözetliyor olmasıdır. Hiçbir şeyden kaçamayacağınızı bilirsiniz. Zaten kaçmak istemezsiniz. Çünkü bir oyuncu olarak yaptığınız işin takdir edildiğini bilirsiniz. Onun herşeyi gördüğünün farkındasınızdır. Küçümsendiğinizi veya takdir edilmediğinizi asla düşünmezsiniz.”
Diane Kruger sözlerine şöyle devam ediyor: “Umarım ki, ‘La Louisiane’ sahnesi filmin en büyük sahnelerinden birisi olacak. Çünkü Brad ile benim öykü çizgilerimizin uçuşa geçtiği yerdir. Önce Brad’ı, sonra Shosanna’yı görürsünüz. Shosanna’nın neyi plandığını fark edersiniz. Ardından filmdeki herşey ‘La Louisiane’de bir araya gelir. Master planı görürsünüz. Ancak plan çöker ve hep birlikte B Planına geçmek zorunda kalırlar.”
Filmin final sahnesinin büyük kısmında dublör koordinatörleri Jeff Dashnaw ile Bud Davis’in uzmanlığına başvuruldu. Her ikisi de Avrupa genelinde 160 dublörle çalışıyordu. Bu sahnenin çekimi için öncelikle Babelsberg’de bir set kuruldu. Ardından terk edilmiş bir çimento fabrikasında “yangın” seti oluşturuldu. Yüzlerce dublörün yanan binada tam bir kargaşa halinde sağa sola koşuştuğu sahnelerin çekimi orada yapıldı.
Dublör koordinatörü Jeff Dashnaw’ın bu sahneyle ilgili yorumu şöyle: “Quentin her zaman, ‘Ne kadar az özel efekt olursa o kadar iyidir’ der. Bu nedenle de profesyonel dublör koordinatörleriyle çalışmayı tercih eder. Yangın çıkınca sinirlerim gerilmez diyemem. Çünkü benim düşünceme göre, sektörümüzdeki en büyük tehlike yangındır. Ateşle çalışırken küçük kaza diye bir olay yoktur. Eğer bir kaza çıkmışsa o büyük bir kazadır.”
Epilog (Son Sözler)
Diane Kruger’ın filmle ilgili son sözleri şöyle: “Bir zamanlar Nazi işgali altında bir Fransa vardı sözleriyle başlayan bu film tabii ki bir belgesel değildir. Filmde bir grup isyancının bunun bedelini ödetmeye, acısını çıkartmaya karar vermesi anlatılır. Bunu çok sevdim.”
Eli Roth biraz adrenalin ekleyerek şunları söylüyor: “Zincirleme hızlı tempolu bir Quentin Tarantino filmi gibidir. Konusu 2. Dünya Savaşında geçer ama 2. Dünya Savaşı filmi değildir. Bir Tarantino filminden bekleyebileceğiniz hız, heyecan, gerilim ve şiddet unsurlarının hepsini içerir. Ancak bunların yanısıra daha önce hiç görmediğimiz bir ana teması vardır.”
B.J. Novak’a göre ise, bu bir intikam filmidir ama hem intikamı, hem de o dönemin filmlerini konu alır. Quentin’in filmleri bana daima romantik gelmiştir. Bu da özellikle öyledir. Bence Tarantino’nun en romantik öyküsüdür. Çünkü sinemanın dünyayı kurtarması üzerenedir. Çok romantik bir fikirden yola çıkar. Romantik ve zekicedir.”
Peki, Quentin Tarantino’nun bu filmde en sevdiği görünüm hangisi? Şöyle cevap veriyor: “Naziler’e karşı sinemanın gücüyle mücadele veriilmesi fikri hoşuma gitti. Ancak bir metafor (mecazi) olarak değil; harfi harfine gerçek şekilde…”

Bir yanıt yazın