Clint Eastwood’un yönettiği ve başrolünü üstlendiği “Gran Torino” adlı dram, oyuncunun Oscar® ödüllü filmi “Million Dollar Baby”den beri perdede göründüğü ilk film. Eastwood değişen bir dünyada yaşayan ve göçmen komşuları tarafından uzun süredir güttüğü önyargılarıyla yüzleşmeye zorlanan, demir gibi bir iradeye sahip katı bir Kore Savaşı gazisi olan Walt Kowalski’yi canlandırıyor.
Emekli otomobil işçisi Walt Kowalski günlerini evde yaptığı tamirat, bira ve berberine yaptığı aylık ziyaretlerle geçirmektedir. Ölen karısının son arzusu kilisede günahlarını itiraf etmesi yönünde olsa da M-1 piyade tüfeğini temiz ve hazır bulunduran, hayata küsmüş bir Kore Savaşı gazisi olan Walt için itiraf edecek hiçbir şey yoktur ve köpeği Daisy’den başka kimseye içini dökecek kadar güvenmemektedir.
Bir zamanlar komşusu olarak adlandırdığı kişilerin hepsi taşınmış ya da vefat etmişler, yerlerini nefret ettiği, Güneydoğu Asya kökenli Hmong göçmenlerine bırakmışlardır. Gördüğü hemen her şeye kızmaktadır: sarkık yağmur olukları; fazla büyümüş çimler; etrafını saran yabancı yüzler; mahallenin kendilerine ait olduğunu sanan amaçsız Hmong, Latin ve Afrika-Amerika gençlerinden oluşan çeteler; büyüyüp birer yabancı olan çocukları… Walt artık vadesinin dolmasını beklemektedir.
Ta ki biri onun ’72 model Gran Torino’sunu çalmaya çalışana kadar.
Yıllar önce Walt’un montaj hattından çıkmasına yardım ettiği günkü kadar gıcır gıcır olan Gran Torino, Hmong çetecilerinin onu çalması için zorladıkları genç komşusu utangaç Thao’yu (Bee Vang) Walt’un hayatına sokar.
Ancak Walt hem hırsızlığı engelleyip hem de çetenin yoluna çıkarak –özellikle Thao’nun annesi ve ablası Sue (Ahney Her)’nun gözünde mahallenin gönülsüz kahramanı haline gelir. Ailesi, Thao’nun kendisini affettirmesi için Walt’la çalışması konusunda ısrar eder. Başlangıçta bu insanlarla yüz göz olmak istemese de, Walt sonunda pes eder ve çocuğu mahallenin onarımı işine koşarak ikisinin de hayatını değiştirecek sıra dışı bir dostluğun başlamasına neden olur.
Thao’nun ve ailesinin inatçı nezaketi sayesinde, Walt kapı komşusu olan insanlar hakkındaki belli gerçeklerin farkına varır. Kendisi hakkındaki gerçeklerin de… Acımasız bir geçmişten kaçan bu mülteciler, Walt’la kendi ailesinden daha çok ortak noktaya sahiptirler ve tıpkı garajının gölgelerinde tuttuğu Gran Torino gibi, savaştan beri ruhunun derinliklerinde var olan ve üzerine duvar ördüğü kısımları görmesini sağlarlar…
Warner Bros. Pictures, Village Roadshow Pictures ortaklığında bir Double Nickel Entertainment ve Malpaso yapımı olan “Gran Torino”yu sunar. Senaryosunu Dave Johannson ve Nick Schenk’in öyküsünden Nick Schenk’in uyarladığı filmin yönetmenliğini Clint Eastwood üstlendi. Eastwood, Robert Lorenz ve Bill Gerber yapımcı; Jenette Kahn, Adam Richman, Tim Moore ve Bruce Berman yürütücü yapımcı olarak görev aldılar. Filmin başrollerinde Clint Eastwood, Bee Vang, Ahney Her, Christopher Carley, John Carroll Lynch, Brian Haley, Geraldine Hughes, Brian Howe ve William Hill yer alıyor.
Kamera arkasındaki yaratıcı ekibin başında, Eastwood’la uzun süredir işbirliği yapan isimler var: görüntü yönetmeni Tom Stern, prodüksiyon tasarımcısı James J. Murakami, editörler Joel Cox ve Gary D. Roach, kıyafet tasarımcısı Deborah Hopper. Filmin Kyle Eastwood ve Michael Stevens tarafından hazırlanan müzikleri Lennie Niehaus tarafından düzenlendi.
“Gran Torino”nun dünya çapında dağıtımı bir Warner Bros Entertainment Şirketi olan Warner Bros. Pictures, bazı bölgelerde ise Village Roadshow Pictures tarafından yapılacak.
6 Mart 2009’da sinemalarda.
www.grantorinomovie.co.uk
YAPIM HAKKINDA
BUNLARI ESKİSİ GİBİ YAPMIYORLAR ARTIK
Çalışmaları tüm zamanların en kalıcı ve ikonik filmlerinden bazılarını oluşturan bir oyuncu ve yönetmen olan Clint Eastwood, 2004 yapımı Oscar sahibi filmi “Million Dollar Baby”den beri kamera önüne geçmemişti. Eastwood “Daha fazla oyunculuk yapmayı planlamıyordum aslında,” diyor. “Ama bu film yaşıma uygun bir role sahipti ve gerçekte öyle olmasa da karakter tam benim için yazılmış gibiydi. Senaryoyu sevdim. Beklenmedik anları, dönemeçleri ve kahkaha dolu birkaç sahnesi var.”
“Gran Torino” Dave Johannson’la oluşturduğu bir hikâyeden yola çıkarak ilk senaryosunu yazan Nick Schenck tarafından Eastwood’un yapım şirketi Malpaso’ya getirildi. “Öykü Minnesota’da yaşadıklarından ve tanıdıkları insanlardan esinlenmişti,” diyor Eastwood’un uzun süredir yapımcısı ve güvenilir ortağı olan Robert Lorenz. “Senaryoyu Bill Gerber’den aldık; o da Jeanette Kahn’dan almıştı. Hızlı bir şekilde okudum, Clint’in rol alacağı bir şey olduğunu düşünmüyordum ama yarısına geldiğimde yavaşladım ve özümsemeye başladım. Çok iyi bir senaryoydu; ikinci kez okudum ve gerçekten çok sevdim. Bir şeyi Clint’e ballandıra ballandıra anlatmamayı öğrenmiştim, o yüzden ‘Bunu yönetmek ya da filmde rol almak ister misin bilmem ama okurken zevk alacaksın,” diyerek verdim. Beni arayıp ‘Senaryoyu çok beğendim,’ dedi. Ve bugünlere geldik.”
Schenk, Walt Kowalski karakterinin belli bir oyuncu düşünülerek yazılmadığını söylüyor ve “Walt herkesin atölye öğretmeninden ya da beceriksizce bisikletinizi tamir etmeye çalışırken sizi izleyen babanızdan bir parça taşıyor. Bence herkes böyle birini tanıyor,” diye belirtiyor.
Minnesota kökenli olan Schenk zamanının büyük bölümünü –Vietnam Savaşı sırasında ABD ile müttefik olan, Laos ve Asya’nın başka bölümlerinden gelen az bilinen bir kültür olan—Hmong aileleriyle birlikte fabrikada çalışarak geçirdi. Schenk “Hmong kültürü bir anlamda görünmez bir şey,” diyor.
İnsanların normal kelimeler kullandığı sıklıkta azınlıkları aşağılayan Walt, iflah olmaz bir ırkçı gibi görünmektedir ama yaşadığı mahalleye taşınan Hmong halkıyla haşır neşir olmaya başladıkça saldırganlığı giderek azalır. “Walt Kore’de bugün bile kendisini rahatsız eden şeyler yapmış,” diyor Schenk. “Walt’a göre tüm Asyalılar birbirinin aynı, hepsi aynı kalıptan çıkma. O nedenle kendisine göre yüzü olmayan bir kültüre mensup bu insanlar hakkında bir şeyler öğrendikçe Kore’de yaşadıkları ve başına gelenler üzerine düşünmeye başlıyor.”
Yapımcı Bill Gerber “Gran Torino”nun Eastwood’un önceki çalışmalarında işlenen ilişkilerin yansımalarını taşıdığına dikkat çekiyor. “Clint ırk, din ve önyargı gibi karmaşık konulara bazen tartışma yaratacak ama daima gerçekçi ve dürüst bir şekilde yaklaşmıştır hep. Ama Clint’i tanıdığınız için Walt’ta yüzeysel görünümünden daha fazlası olduğunu da anlıyorsunuz. Karanlık bir yerde başlıyor ve insanlarla ilişkisi sayesinde derinlerde nasıl biri olduğunu anlamaya başlıyorsunuz.”
“Şimdi düşündüğümde, Clint Eastwood’dan başkasının bu filmi yapabileceğini ya da bu rolü canlandırabileceğini hayal edemiyorum,” diye ekliyor Dave Johannson. “Konu ne kadar rahatsızlık verici olursa olsun Clint bir sinemacı olarak çok ihtiyatlı ve bir o kadar da ödün vermez bir tutum sergiliyor. Oyuncu olarak düşündüğümüzde, iyimser tabirle başlangıçta pek sempatik bir karakter olmayan Walt’u canlandırmak belli bir korkusuzluk istiyor. Walt’un bağnazlığı, 60 yıldır tutunduğu bir şey; içinize bu kadar işlemiş bir özelliğinizi hayatınızın geç dönemlerinde değiştirecek cesarete sahip olmak ender rastlanan ve zor bir olay. Walt fiziksel açıdan cesur biri ama olaylar onu duygusal açıdan da cesur olmaya zorluyor.”
Öykü, eşi Dorothy’nin ölümünden sonra, Walt’un Kore’deki peşini bırakmayan tecrübeleri ve bölgedeki Ford fabrikasında geçirdiği 50 yılla tanımlanan hayatının son dönemine gelmesiyle başlıyor. Savaş çoktan bitmiş, fabrika kapanmış, eşi ölmüştür ve birer yetişkin haline gelen çocukları kendisine güç bela zaman ayırmaktadır. “Walt çok çalışmış ve oğulları başarılı olmuş,” diyor Eastwood. “Karısını kaybetmiş ve büyüyen çocukları ondan uzaklaşmış. Herkes onu terk etmiş; bir bakıma Walt yoldaki bir engel. Ama onlar da haklı; Walt kolay biri değil, çok geçimsiz; tabii torunlarının piercing vesaire takmasını da onaylamıyor.”
“Walt gibi bir babanın oğlu olmak çok zor,” diyor Mitch Kowalski’yi canlandıran Brian Haley. “Mitch babasının tam zıttı. Walt çok çalışan bir işçi, oğlu ise sığ ve başarılı bir işadamı. Karmaşık bir ilişkileri var. Walt oğluyla nasıl konuşacağını, Mitch de babasına nasıl ulaşacağını bilmiyor.”
Walt’un yalnız kalma çabaları, eşinin günah çıkarması yönündeki son arzusunu yerine getirmesi için ısrar eden Peder Janovich tarafından baltalanmaktadır. Rahibi canlandıran Christopher Carley, “Şaka olsun diye rolümün eve gelmekten ve Clint Eastwood’un kapıyı yüzüme çarpmasından ibaret olduğunu söylüyorum” diyor. “Peder Janovich nasıl yapacağını bilmeden Walt’a ulaşmaya çalışıyor. Walt’un kendisiyle konuşmasını nasıl sağlayacağını bile bilmiyor. Walt onun bir din adamı olmasından etkilenmiyor, onu yalnızca ’27 yaşında fazla eğitimli bir bakir’ olarak görüyor. Walt, insanlarla iletişim kurmakta kullanılan normal yolların kendisine işlemeyeceğini açıkça belirtiyor.”
“Walt muhtemelen bir sürü farklı sebepten dolayı rahibe karşı bir önyargı taşıyor ama bu sebeplerin en büyüğü, bir çocuk gibi görünmesi,” diyor Eastwood. “Walt’u günah çıkarmaya ikna etmek için çok uğraşıyor ama Walt onun ilahiyat fakültesinde öğrendiklerini uygulamaya çalışan bir yeni mezun olduğunu düşünüyor; bu da ilişkiyi tek yönlü yapıyor. Walt’un deyimiyle ‘padre’ kararlı bir genç ama sonunda, Walt kendi bildiğini okuyor.”
Walt’un hayattaki birkaç zevkinden biri, 1972’de üretilen ve yıllardır garajında ipek bir brandanın altında sakladığı Ford Gran Torino’yu cilalamak. Aslında, otomobilin direksiyon milini takan kişi de bir zamanlar Ford fabrikasında çalışan Walt. “Gran Torino’yla iftihar ediyor,” diye belirtiyor Eastwood. “Walt bir bakıma Gran Torino’nun kendisi. Garajda durması dışında onunla bir şey yapmıyor. Ama arada sırada çıkarıp parlatıyor. Walt’un elinde bir bardak birayla arabasını izlemesi, hayatının bu döneminde elde edebileceği en güzel şey.”
Walt’un evi, iki katlı gösterişsiz evlerle kaplı köhne bir caddenin ortasında temiz badanası, düzenli olarak biçilmiş çimleri ve gururla sergilediği Amerikan bayrağıyla öne çıkmaktadır. Mahallenin geri kalanının hali Walt’un hoşuna gitmemektedir. “Walt dünyanın gidişatından oldukça rahatsız,” diyor Eastwood. “Michigan’da, kendisi gibi otomobille uğraşan ve muhtemelen büyük oranda yine kendisi gibi Polonya kökenli Amerikalılardan oluşan insanlarla dolu bir mahallede büyümüş. O yüzden, mahallenin değiştiğini görmek cesaretini kırıyor.”
Mahalledeki evler eskirken, ellerini kullanarak çalışmaya alışık olan Walt evinin bakımını titizlikle yapmaktadır. “Toplumun tersine hareket eden biri,” diyor Lorenz. “Pek çok yönden geçmişe sıkışıp kalmış. Duygusal açıdan da insan olarak ilerlemesine izin vermeyen bir şeyde sıkışıp kaldığını öğreniyoruz. Bu çelişki hayatının her yönünde kendini gösteriyor.”
Annesi, büyükannesi ve ablasıyla bir evde yaşayan ve Walt’un komşusu olan 16 yaşındaki Thao da aynı derecede yalnızdır. Thao rolünü kazanarak oyunculuğa adım atan Bee Vang, karakterini “Evde örnek alabileceği bir rol modelinden yoksun tek erkek,” diye tanımlıyor. “Etrafını saran baskın kişilikli kadınlar yüzünden bir erkek olarak çekingen ve kendine güveni eksik. Bir rol modeline ihtiyaç duyuyor ve bunu Walt’ta buluyor.”
Utangaç bir çocuk olan Thao liseden sonra iş bulamayınca, Smokie adlı bir genç ve Thao’nun Spider adıyla anılan kuzeninin yönettiği, Hmong’lara özgü bir çeteye katılması için baskı altında bulur. “Gittiği her yerde birileri Thao’ya sataşıyor,” diyor Smokie’yi canlandıran Sonny Vue. “Kendi başının çaresine bakamıyor; o nedenle çete onu kolluyor. Çete haline gelmelerinin gerçek nedeni, kendilerini civardaki diğer çetelerden korumak. Ama Walt’un kendileri için tehdit oluşturduğunu hissedince işler kontrolden çıkıyor; daha sert olmaları gerektiğini, böylece daha erkeksi olacaklarını düşünüyorlar.”
Birinci nesil birer Hmong Amerikalı olan Smokie ve Spider’ın büyükleri kendilerine rehberlik edememektedirler çünkü uyum sağlamakta çocuklardan daha büyük zorluk çekmektedirler. Spider’ı canlandıran Doua Moua, “İki farklı kültürde yaşamaya çalışıyorsunuz,” diyor. “O nedenle büyük bir isyan söz konusu, bu da bir sürü genç erkeğin bir araya gelip gruplaşarak çevrelerindeki dünyayı kendilerine uydurmaya çalışmalarına yol açıyor. Kızların büyük bölümü, anneleri kendilerine yol gösterebileceği için evlerine ve ailelerine daha bağlı, kültürlerine ya da ebeveynlerine isyan etme ihtiyacı hissetmiyorlar.”
Smokie ve Spider’ın Thao için hazırladıkları çeteye giriş sınavı, Walt’un biricik Gran Torino’sunu çalmaktır. “Thao da erkeksi olabileceğini göstermek istiyor ve ait olduğu yeri bulmaya çalışıyor,” diyor Vang. Ancak soygun girişimi kısa ömürlü olur; Walt Thao’yu şaşırtır ve yüzünü göremeden çocuğun kaçmasına neden olur. “Thao zavallı bir şekilde başarısız oluyor,” diye ekliyor Vang, “ve sınavın sonunda daha da korkup aşağılanmış bir hale geliyor.”
Kısa süre sonra, çetenin Thao için geri gelmesi, Walt’un ön bahçesine sıçrayan bir kavgayla sonuçlanır. Kore’deki savaş günlerinden kalma M-1 tüfeğini eline alan Walt, kavgaya karışanları uyarır: “Bahçemden defolun.” “Savaş günlerine dönüyor,” diye anlatıyor Eastwood. “O zaman Hmong topluluğuyla ve özellikle çocukların çetelere katılmalarıyla ilgili sorunları görmeye başlıyor.”
Walt’un istemeden sergilediği cesareti onu mahallenin kahramanı haline getirir; Hmong kökenli komşuları onu yiyecek, çiçek ve bitki gibi istemediği hediyelere boğarlar. “O insanlarla ilgili hiçbir şey istemiyor,” diyor Eastwood. “Onların zeki, başkalarına saygılı insanlar olduklarını anlayınca değişiyor ve bence buna hayran oluyor. Filmin bir sahnesinde ‘Bu insanlarla, kendi şımarık ve yozlaşmış çocuklarımdan daha fazla ortak yönüm var,’ diyor; bence bu her şeyi özetliyor. Önyargılarla dolu bir şekilde başlayıp bu ilişkilerde kendi yolunu bulması ilginç ve sık sık komik.”
Walt’un asabi mizacını kırabilen tek kişi, Thao’nun –ailesinin diğer üyelerinden daha fazla Amerikanlaşmış biri olan— ablası Sue’dur. “Walt size istediği ismi takan biri,” diyor Sue’yu oynayan Ahney Her. “Hangi ırktan olduğunuzu umursamıyor. İstediğini söylüyor.” Sue’yu ise şöyle tanımlıyor: “Gerçekten cesur bir karakter. Kendisine ‘Wally’ gibi isimler taksa da Walt’la hep kibarca konuşuyor. Walt’ ve Thao’yu birleştiren kişi de o. Bence Sue küçük kardeşinin Walt’la arkadaş olmasını istiyor çünkü aksi halde Thao çete üyeleriyle haşır neşir olacak ve hayatını mahvedecek. Walt’un baba rolünü üstlenebileceğini ve onu dinlerse Thao’nun büyürken hayatının daha iyiye gidebileceğini anlıyor.”
Walt ve Sue kolay ve rahat bir dostluk kurarlar. “Walt’a karşı içten bir ilgi duyuyor, yapmacık değil; Walt’un ailesinin bazı üyeleri gibi formalite icabı hareket etmiyor,” diyor Lorenz. “Bence içtenliği Walt’un dikkatini çekiyor ve kızı biraz tanımak için kendi kendine izin veriyor.”
Sonunda, Sue bir aile kutlaması için Walt’u evine getirmeyi başarır. Burada bir Hmong şamanıyla karşılaşması, Walt’un bunca yıldır birlikte yaşadığı söylenmemiş gerçeklerin ifade edilmesini sağlar. “Hmong ailesinin özelliği –ki bu, şamanla konuşmada iyice ön plana çıkıyor—Walt’un kendi ailesinde konuşulmamış şeyleri söylemeye istekli olmaları,” diye belirtiyor Lorenz. “Bazı şeylere dikkat çekmek ve Walt’u, daha önce kimsenin yapmadığı kadar kendisi hakkında düşünmeye sevk edecek sorular sormak istiyorlar. Irkçılığının kalbinde de bu var, kendisine bakma konusundaki bencil yeteneksizliği. İçine dönüp nasıl değişebileceğini ya da uyum sağlayabileceğini görmek yerine kendi sorunlarının kaynağını başkalarıymış gibi görmeye çalışarak etrafındaki herkese bunu yansıtıyor. Bu insanlar da bir bakıma içine dönmesi için onu zorluyorlar.”
Walt’un arabasını çalma girişimini affettirmek için annesi ve ablası Thao’nun birkaç hafta Walt’u ayak işlerini yapması konusunda ısrar ederler. “Thao’nun hatasını telafi etmesini istiyorlar,” diyor Eastwood. “Bu, aile onurunun bir parçası.”
Walt’un ilk tepkisi çocuğu bir dizi ırkçı lakapla isimlendirmek ve adını bilerek “Toad” (kurbağa) olarak telaffuz etmek olur. Ama çocuk Walt’un verdiği, caddedeki bakımsız evleri onarma görevini hevesle yerine getirdikçe, yaşlı adam, genç çocuğun homurtudan daha iyi şeyler hak eden bir yanını görmeye başlar. Vang, “Dostluklarının gelişmeye başladığını görüyorsunuz,” diyor. “Walt tanıştıkları zamanki genç çocuğa göre daha büyümüş ve değişen biri olan Thao’yu takdir etmeye başlıyor. Ve şimdi, elleri nasırlarla kaplanan Thao sonunda işe yarar bir şey başardığı ve kendisi de işe yaradığı için gurur duyuyor.”
Vang’e göre Walt’un Thao’yla çalışmasının nedeni, onu bir erkek haline getirmek. “Walt ona sadece çalışmayı öğretmiyor, kendi hakkını savunmayı da öğretiyor ki bir erkek olduğunu hissetmek için çeteye katılması gerekmediğini anlayabilsin. Walt, Thao’nun cesaretini arttırmasına yardım ediyor.”
Walt’un asıl amacı hayatta bir hedefi olmayan çocuğu güçlendirerek bir iş bulmasını ve beladan uzak durarak gelecek sahibi olmasını sağlamaktır; ancak sıra dışı ilişkileri Walt’un da değişmesine neden olur. “Thao güvenebileceği ya da kendisine yol gösterecek bir baba figüründen yoksun; Walt da kendi oğullarıyla babalık duygusunu tatmin edecek bir ilişki kuramamış,” diyor Lorenz. “İkisi için de bir bakıma biçilmiş kaftan. Walt da arayış içinde. Hayatının son demlerini yaşadığını biliyor ve her şeye anlam ve değer katacak birinin ya da bir şeyin arayışında.”
Tüm bunlar olurken, Smokie ve çete üyeleri, Thao ile ailesini rahatsız etmeye devam ederler ve şiddet dozunu arttırarak eski askerin yeni ve beklenmedik bir göreve çıkmasına neden olurlar. “Yarım yamalak bir şey yaparsanız, Hollywood usulü kolaya kaçmış olursunuz,” diyor Eastwood. “Böyle birini canlandırıyorsanız, yumuşak davranamazsınız. Sonuna kadar gitmelisiniz.”
YABANCI KOMŞULAR
“Gran Torino” Hmong topluluğundan karakterlere yer veren ilk büyük sinema filmi. Laos, Vietnam, Tayland ve Asya’nın diğer bölgelerine yayılmış 18 klandan oluşan bu etnik kabile, Vietnam Savaşı’na dahil olduktan sonra Birleşik Devletler’e zorlu bir geçiş süreci yaşadı. Eastwood, “Onlar hakkında fazla şey bilmiyordum,” diye itiraf ediyor. “Amerikalılara yardım ettikleri için Vietnam Savaşı’ndan sonra mülteci olarak Amerika’ya getirilmişler.”
Yapmcıların başvurdukları bir Hmong danışmanı olan Paula Yang, “Trajedinin bir parçası, pek çok kişinin Hmong halkının Vietnam Savaşı’nda oynadığı rolü anlamaması,” diyor. “Birleşik Devletler’e nasıl geldiğimiz, savaş sırasında kaç askerimizin ve vatandaşımızın öldüğü sır olarak kaldı. Büyüklerimiz bundan söz etmiyor. Çok alçakgönüllüler; bir sürü üzücü öykü var…”
Eastwood, Hmongların kendilerini bir ulus olarak değil, kendi eşsiz mirasına sahip bir kültür olarak tanımladıklarının altını çiziyor. “Kendi dinleri, dilleri ve halkları var,” diye açıklıyor. “Birçoğu Vietnam Savaşı’ndan sonra bir sürü zorluk yaşamış. Orada işler pek memnuniyet verici olmamış; kilise ve pek çok bireysel örgüt onları buraya getirmek için çalışmış. Ama bir sürü üzüntüye dayanmışlar; çok dayanıklı ve kararlı insanlar.”
Eastwood “Gran Torino”da Hmong halkını olabildiğince gerçekçi göstermek amacıyla roller için özellikle Hmong kökenli oyuncular seçmek istedi. Ancak kasting yönetmeni Ellen Chenoweth kısa sürede SAG (Screen Actors Guild/Sinema Oyuncuları Birliği)ne kayıtlı pek fazla profesyonel Hmong oyuncu olmadığını gördü.
Chenoweth, ortakları Geoffrey Miclat ve Amelia Rasche ile birlikte Hmong topluluklarını bulmak için geniş bir araştırma yaptılar. Fresno, California; St. Paul, Minnesota; Warren, Michigan’da ve Birleşik Devletler’in diğer bölgelerinde bağlantılar kurup broşürler dağıttılar. “Chenoweth “Bayağı araştırmamız gerekti,” diyor, “Hmong topluluklarını tanımak, aralarına girmek, güvenlerini kazanmak ve kimlerin filmde yer almak istediğini öğrenmek için çalıştık. Normal kanallardan yapmamız mümkün değildi. Ayaklarına gidip kendimizi açıklamamız gerekiyordu.”
Hmong kültürü danışmanı Cedric Lee kasting ekibinin topluluğa ulaşmasına yardım etti. “Hmong kökenli insanların bulunduğu yerlere gittik,” diye anımsıyor. “Babalar Günü partilerine gittik. Kiliseye gittik. Özellikle yaşlılar konusunda bir dil engeli var; o nedenle Hmong dilinde konuşup kasting yönetmenlerine tercümanlık yaptık. Gençlerle durum çok daha kolaydı çünkü çoğu İngilizce konuşuyordu.”
St. Paul ve Fresno’daki topluluk liderleriyle görüşmeye başlayan Chenoweth ve ekibinin Hmongların yaşadığı her yerde yaptığı seçmeler, St. Paul’da bir gün boyunca süren devasa bir açık oyuncu seçmesiyle sonuçlandı.
Eastwood’un filmi, internetteki Hmong toplulukları, gazeteler ve gençlik grupları sayesinde kulaktan kulağa yayıldı. Paula Yang “insanlar çok heyecanlanmıştı,” diyor. “İşin içinde Clint Eastwood vardı; o nedenle insanlar yapabilecekleri her şeyi yapacaklardı. Büyüklü küçüklü çocuklar, yaşlı büyükannne ve büyükbabalar vardı. İnsanlar heyecalıydı çünkü Clint Hmong halkına bir fırsat veriyordu.”
Kısa zamanda yüzlerce seçmeyi banda almışlardı. “Her bir şehri ziyaret ettikten sonra Los Angeles’a dönüp Clint’le tüm bantları izledik,” diye açıklıyor Chenoweth. “Kurgu odasında ekrana yansıtıp, her rol için birkaç aday kalana kadar eleme yaptık ve sonra Clint karar verdi.”
Eastwood Thao rolü için yüzlerce aday arasından St Paul’den 16 yaşındaki Bee Vang’i seçti. Chenoweth şöyle hatırlıyor: “Amelia onu okulu araclığıyla buldu; ben de resmine ‘Bee Vang’i seviyorum’ yazdım. Yüzüne bayılmıştım. Oyunculuk deneyimi çok azdı ama çok açık ve tatlıydı. Onun iyi olmasını istiyordunuz. Bee Vang’i arayıp onu Thao rolü için istediğimizi söylediğimizde, bir süre konuşamadı. Bence böyle bir şeyi hayal bile edemiyordu.”
1.68 boyundaki Bee Vang’in canlandırdığı Thao, 1.88’lik Eastwood’un oynadığı Walt’la tam bir tezat oluşturuyor. Vang “Thao kelimenin tam anlamıyla Walt’a aşağıdan bakıyor,” diyor. Fresno doğumlu genç, film için Twin Cities’de özel bir seçmeye katıldı. Thao rolünü kazandığını öğrendiğinde, “dizlerimin üzerine çöküp ağladım,” diyor. “Tüm olanlar insanın hayatını değiştirecek türdendi. Bunun başıma geldiğine inanamıyordum.”
Başlangıçta korktuysa da Vang kısa sürede Eastwood’un şatafatsız tarzı sayesinde rahatladı. “Büyürken onu Western filmlerinde ve ‘Kirli Harry’ gibi başka filmlerde izlemiştim ama onunla tanışacağım aklımın ucundan geçmezdi,” diyor. “Bay Eastwood her şeyin mümkün olduğunca doğal olmasını seviyor. Gerçekçi olmalı. Bu tarzı seviyorum. Gerçekten çok kibar biri, çok alçakgönüllü. Onunla ve ekibin geri kalanıyla çalıştığım her anı çok sevdim. Bunu asla unutmayacağım.”
On altı yaşındaki Ahney Her, Sue rolü için seçmelere katılan yüzlerce adayı geride bıraktı. “Amelia Rasche Detrot bölgesinde düzenlenen bir Hmong fuarında ‘Hmong Film Seçmeleri’ yazan bir stand açtı. Ahney ailesiyle oradan geçiyordu ve Amelia kelimenin tam anlamıyla koşup kızı kolundan tutarak ‘Film için deneme yapmak ister misin?’ diye sordu” diye anımsıyor Chenoweth.
Her’ün kendine güveni ve espri anlayışı onu Thao’nun ablası rolü için doğal bir seçim haline getiriyordu. “Ablanın biraz sert bir yana sahip olmasını istedik. Daha savunmasız olan Thao’yu koruyor,” diyor Chenoweth. “Ahney bu özelliğin yanında çok hoşumuza giden, harika bir yaşam sevincine sahipti.”
Her’ün Eastwood’la ilişkisi –acemi aktrisin ilk büyük rolüne kattığı kendine güven düşünüldüğünde— Sue ve Walt’unkinden pek farklı değildi. Her “Clint çok alçakgönüllü ve kolay anlaşılan biri,” diyor. “Sizi rahat ettirmeyi seviyor ve ne yapmanız gerektiğini söyleyecek tipte biri değil. Doğru olduğunu hissettiğiniz şeyi yapmanızı istiyor; eğer bu kendi gözünde doğru değilse, size söylüyor. Harika biri; onunla çalışmak muhteşemdi.”
Eastwood “Bee ve Ahney oyunculuğa çok doğal yaklaşıyor gibi görünüyorlardı çünkü ikisinin de harika doğal vasıfları vardı,” diyor. “Bundan kendime pay çıkarmak isterdim ama bu adilane olmazdı.”
Thao ve Sue’nun annesi Vu rolünü Laos’ta doğan ve Visalia, California’da yaşayan Brooke Chia Thao canlandırıyor. Chia Thao oyunculuk eğitimi almamıştı ve role kabul edildiği seçmelere aslında kendi çocuklarını getirmek için gelmişti. Cedric Lee “Oradaydı, seçmelere katılmasını istedik ve rolü aldı,” diye anımsıyor. “İşin komik yanı, kendisi tam bir Amerikalı olmuş ama anne rolünde izlediğinizde, tamamen farklı biri…”
Film, Chia Thao için kendi halkına bir ışık tutma fırsatını simgeliyor. “Film tüm Hmong kültürünü yansıtmıyor ama biraz tanıtıyor,” diyor. “İnsanların bizi, kim olduğumuzu ve savaşta nasıl yardım ettiğimizi daha eşsiz bir şekilde görmeye başlayacaklarını umuyorum. Babam daha 14 yaşındayken ABD için savaşmak üzere askere alınmış.”
Ailenin büyükannesini oynayan 61 yaşındaki Chee Thao Laos’ta doğmuş ve şimdi St. Paul’de yaşıyor. “Büyükanne rolüne oyuncu bulmak ilginç bir sınavdı çünkü karakter tamamen Hmong dilinde konuşuyordu,” diyor kasting kadrosundan Geoffrey Miclat. “Kişilik büyük rol oynadı. Büyükanne çok komik bir karakter ve Chee de rol için kendisini mükemmel kılan bu özelliğe sahipti.”
Thao Eastwood’la özel bir bağ kurdu ve torununun tercümanlığında oyuncu/yönetmenle sohbet etti. Trajik bir geçmişe sahip olan kadın, performansına yüreğini ve ruhunu döktü. “Chee Thao karakterine bürünmenin zor olmadığını çünkü karakterin kendisi olduğunu söyledi,” diyor Lorenz. “Filmde anlatılan tüm zorlukları yaşamış. Sahnelerin çoğunda doğaçlama yaparken –çünkü Hmong diyaloglarının büyük bölümü yazılmamıştı—sorun çıkmadı. Doğru şeyleri söyleyerek kendi öyküsünü anlattı.”
Farklı eyalet ve klanlardan beş Hmong kökenli oyuncu, Thao ve ailesini tehdit eden çeteciler olarak rol aldı. “Bu çocuklar gerçekliğin yanında harika birer yüze sahipti,” diyor Miclat. “New York’ta Doua Moua’yı ve St. Paul’de Sonny Vue’yi gördüğümüzde Spider ve Smoke’u bulduğumuz konusunda güçlü bir hisse kapıldık. Doua Moua ekipteki Hmong kökenli oyuncular arasında oyunculuk eğitimi almış birkaç isimden biriydi; o nedenle filmde bir yere uyacağını biliyorduk.”
18 yaşındayken oyunculuk kariyeri için New York City’ye taşınan Moua, Thao ve Sue’nun kuzeni olan ve kendisine Spider diyen Fong rolüne seçildi. Tayland doğumlu olan ve Minnesota’da büyüyen Moua kadroda oyunculuk deneyimine sahip çok az Hmong’dan biriydi. “Gran Torino benim için bir hayalin gerçekleşmesi,” diyor. “Sette olduğum her anın tadını çıkardım. Clint’le çalışmak bir harikaydı; gerçekten çok rahat biri.”
Fresno doğumlu olan ve St. Paul’de yaşayan Sonny Vue, grubun lideri Smokie’yi canlandırıyor. Daha önce hiç kamera önüne geçmemiş olan 19 yaşındaki Vue’nun sahip olduğu doğal yetenek, kasting yönetmenlerinin onu sıradan çekip almalarına neden oldu. Genç oyuncu, “Masadaki hanımefendiyle konuşuyordum ki Amelia [Rasche] bir anda ortaya çıktı,” diye anımsıyor. “”Bana ‘Rol için seçmeye katılmak ister misin?’ diye sordu. Denedim ve rolü aldım.”
Hmong çetesinin diğer üyelerini Toledo, Ohio’dan Lee Mong Vang; St. Paul’den Jerry Lee ile Milwaukee’de yaşayan ve hip hop grubu RARE’in üyesi olan Elvis Thao canlandırdı. Elvis Thao, Eastwood’un “Gran Torino” soundtrack’inde RARE’in şarkılarından birini kullandığı için çok heyecanlandığını söylüyor.
Oyuncu kadrosundaki Hmong kökenli üyelerin dışında, anahtar rollerden biri de karısının son arzusunu yerine getirmesi için Walt’u ikna etmeye çalışan hevesli din adamı Peder Janovich’ti.
Rolü alan Christopher Carley, Eastwood’un rahip rolü için aradığı özelliklerin vücut bulmuş haliydi. Chenoweth “Christopher Carley’yi gördüğümüzde, bir rahibe benziyordu,” diye açıklıyor. “Geniş bir İrlandalı yüzü ve kızıl saçları vardı. Çok iyi olduğunu düşündüm. Bandı Clint’e gösterdiğimde ‘Spencer Tracy’nin gençliğine benziyor,’ dedi. O noktada rolü Christopher’a vereceğini anladım. Clint role bir yıldız bulmakla ilgilenmiyordu; sektörde muhtemelen daha az tanınan insanlara bir fırsat tanımak konusunda çok açık fikirliydi.”
Eastwood “İnsanları rahat bırakmayı seviyorum,” diyor. “Yeni yüzlerin gelip fırsatları değerlendirdiklerini görmek hoşuma gidiyor. Ama aynı mantıkta, filme neyin uyduğu da önemli. Eğer tanınımış biri role uygunsa, onu seçerim. Kullanabildiğim kişi role uyan ama daha az tanınmış biriyse, o da iyi. Bunun gerçek bir kuralı yok. Her film kendine has bir yapıya ve kişiliğe sahiptir.”
Carley’nin, Eastwood’un çalışma tarzına dair izlenimleri, rol arkadaşlarınınkini yansıtıyor. “Çok sakin ve odaklanmış biri; sette Clint ve oyuncular arasında büyük bir güven var,” diye tanımlıyor Carley. “Setin güvenli bir yer olduğunu; nasıl bir seçim yaparsanız yapın önceden tasarlanmış küçücük bir kutuya sığmak zorunda kalmayacağınızı hissediyorsunuz.”
Kadroyu tamamlayan diğer isimler Walt’la birbirlerine iyi niyetli ırkçı lakaplar takan ve Thao’yu “erkek olma” sanatında eğiten, Walt’un berberi Martin rolünde John Carroll Lynch; Walt’un büyük oğlu Mitch rolünde Brian Haley; Mitch’in eşi Karen rolünde Geraldine Hughes; Walt’un ikinci oğlu Steve rolünde Brian Howe ve Walt’un Thao’ya hayatında daha iyi seçenekler sunması için başvurduğu inşaat formeni Tim Kennedy rolünde William Hill.
Değer verilen Gran Torino ise Vernal, Utah’tan gelen gerçek modeldi. Taşıma koordinatörü Larry Stelling “şanslıydık çünkü çalışan bir modeldi,” diyor. “Bakımlıydı ve Clint’in çok hoşuna gitti. Birkaç değişiklik yaptık, örneğin tamponları değiştirdik ama onun dışında biraz parlattık, o kadar. Rengi iyiydi, döşemesi harikaydı ve tıkır tıkır çalıştı.”
Yapımcılar otomobili satın alıp çekimler için Michigan’a getirdiler ama bu, hikâyenin sonu olmayabilirdi. Lorenz “İşimiz bittiğinde orada satmayı düşünüyorduk ama film ilerledikçe hepimiz arabaya bağlandık” diye anımsıyor. “Clint’e ne yapacağımızı sordum ve “Eh, araba bizde dursun. Biz derleyip toparladık, bakalım ne olacak,’ dedi.”
KAMERALAR MOTOR ŞEHRİ’NDE ÇALIŞIYOR
Senaryo başlangıçta Minneapolis’te geçse de Eastwood Walt’un 50 yıllık otomobil işçisi geçmişine en uygun yerin “Motor Şehri” Detroit, Michigan olacağını hissetti. Çekimler Royal Oak, Warren ve Grosse Point gibi lokasyonlarda gerçekleşirken, bir zamanlar zengin olan Highland Park, Walt’un oturduğu mahalle olarak kullanıldı.
Eastwood “Highland Park civarı değişmiş,” diye yorumluyor. “Otomobil üreticileri en şaşaalı günlerini yaşarken otomobil sektöründe çalışan, birbirleriyle bağlantılı ailelerin oturduğu büyük bir mahalleydi. Fabrikalar eskisi kadar faal değil ama taşınan yeni insanların rahatı yerinde. Highland Park zor günlerden geçmiş ama burada çok iyi insanlar yaşıyor.”
Rob Lorenz, “Orada birkaç hafta inşaat ve çekim yaptık. Mümkün olduğunca az etki bırakmaya çalıştık. İletişim kurduğumuz insanlar orada olduğumuz için çok heyecanlandılar.”
Eastwood’un filmlerinin ekonomik ve sanatsal yönlerinin bir kısmı, sinemacının yakın çalışma arkadaşlarında uyandırdığı saygı ve sadakatle bağdaştırılabilir. Asla sesini yükseltmemesine, “Motor” dememesine ve özerkliği teşvik etmesine karşın denetim daima Eastwood’un elinde. Şef ışık teknisyeni olarak yer aldığı pek çok filmin ardından görüntü yönetmeni olarak Eastwood’la birlikte yedinci filmini yapan Tom Stern, “Clint kendinden çok memnun biri,” diyor. “Başlamadan önce ‘Yaşım neyse ben oyum. Ben böyleyim’ dedi.”
Ekibi, Eastwood’un yaşını ve deneyimini, onu böylesine eşsiz vizyona sahip bir sinemacı kılan büyülü kimyanın bir parçası olarak görüyor. Eşi bulunmaz yaklaşımı ve ekibinin tıkır tıkır işleyen mekanizması, yönetmenin yapım sürecinde daha hızlı ilerlemesini sağlıyor.
“Gran Torino”da tekrar bir araya gelen diğer çalışma arkadaşları arasında kıyafet tasarımcısı Deborah Hopper, editör Joel Cox ve Eastwood’un önceki filmlerinde efsanevi Henry Bumstead’le çalıştıktan sonra “Changeling”de prodüksiyon tasarımının başına geçen James J. Murakami var.
Eastwood “Ben onların çalışmalarına aşinayım, onlar da benimkilere; o nedenle birbirimize fazla açıklama yapmamız gerekmiyor,” diye belirtiyor. “Her şey dert anlatmayı ve tartışmayı mümkün olduğunca azaltma üzerine kurulu. Film yaparken daha fazlasını ekleyip olduğundan daha karmaşık hale getirmeden tartışacağınız yeteri kadar şey var. Bu işin ne kadar sihirli olduğunu göstermeye çalışan insanlardan biri değilim. Eğer film yapımında sihir varsa, çok sade ve derinlerde olmalı. Ama çoğunlukla iyi iş yapan ve katılan insanlar var. Eğlenceli bir süreç. Zaten eğlenceli olmadığında, artık yaptığımı görmeyeceksiniz
“Gran Torino” Rob Lorenz’in yapımcılığını üstlendiği yedinci film. Yapımcı Bill Gerber “Clint Rob’dan daha iyi bir yapım ortağı isteyemezdi,” diyor. “İkisiyle birlikte çekim mekânlarına ve Rob’un önceden seçtiği şeylere bakıyorduk; aralarında çok az konuşma vardı. Rob Clint’in ne istediğini biliyordu. Harika bir ilişkileri var. (Yapımcı firma) Malpaso makinesi ise sıra dışı. Uyumlu çalışıyor.”
“Clint eski toprak ve işleri eski usulle yapmanın değerini anlıyor çünkü onların işe yaradığını görecek kadar uzun süredir burada,” diyor Lorenz. “Aynı zamanda, yeni teknolojiyi de kabulleniyor ve öğrenmek, ilerlemek ve aşama kaydetmek istiyor. Onu harekete geçiren ve onunla çalışmayı bir zevk haline getiren şey de bu.”
Eastwood’un yaratıcılığına bir örnek, rol aldığı sahneleri daha verimli yönetmesi için kendine özel yaptırdığı, taşınabilir bir kablosuz video monitör. “Kameraya bakayım derken şaşı olmadan sahneyi olduğu gibi görmemi sağlıyor,” diye açıklyor. “Sokağın diğer ucunda olabilir ve olan biteni görebilirim.”
Lokasyon sorumluları ve prodüksiyon tasarımcısı, öyküde anahtar rol oyanayan iki ev –Walt’un ve komşuları Thao ile Sue’nun evleri—için tüm gerekenlere uygun iki komşu bina bulmayı başardı. Lorenz “Walt’un evinde aradığımız şey, birinin tüm hayatı boyunca özen gösterdiğinin belli olduğu bir yer olmasıydı,” diye tanımlıyor. “Çevresindeki binaları ele geçirmiş bakımsızlığı göstermek için caddedeki evlerin geri kalanını ‘yaşlandırdık.’ Jim’in kafasında iki evin de nasıl görünmesi gerektiğine dair gelişmiş bir fikir vardı. O ve set dekoratörü Gary Fettis hemen işe koyuldular. Clint görmek için geldiğinde, iki evi de dolaştı ve ‘Bayıldım. Hiçbir şeyi değiştirmeyin’ dedi. Mükemmeldi.”
Thao ile Sue’nun evine ilham vermesi için Murakami sayısız Hmong evini ziyaret etti ve fotoğrafları inceledi. “Teknik danışmanımızı getirdiğimizde ağzı açık kaldı çünkü her şey aslına uygundu,” diyor Lorenz. “Birkaç küçük değişiklik yaptı ama sonunda bize ‘Tam üstüne basmışsınız,’ dedi.”
Benzer şekilde, kıyafet tasarımcısı Deborah Hopper internette araştırma yaptı ve kıyafetlerin gerçekliğini sağlamak için bir Hmong festivaline katılarak sayısız satıcıya danıştı. “Hmong kadınlarının modern ve geleneksel giysilerini satın aldıkları yerlere gittik,” diyor Hopper. “Öğrendiğim şeylerden biri, annelerin kızlarına geleneksel kıyafetleri nasıl yapacaklarını öğrettiğiydi. Aslında Ahney Her bu film için kendi el yapımı kıyafetini getirdi.”
Evdeki “Ruh Çağırma” törenlerine ek olarak, Sue ve Thao tören kıyafetlerini Walt’un onuruna giyme fırsatı bulurlar. Hopper “Çok süslü şeyler,” diye tanımlıyor. “Üstlerinden ailenin zenginliğini gösteren bir sürü sikke sarkıyor. Çok da renkliler: kadınlar türban takıyor, erkekler yelek ya da çapraz kemer kullanıyor. Onlara baktığımda eşsiz güzellikte olduklarını düşündüm. Daha önce hiç görmediğim bir şeydi.”
“Gran Torino”da kültürlerin karışımı, müzikte de kendini gösteriyor. Eastwood’un müzikle bağlantısı, film müziğinin ve soundtrack’in, çekimler sırasında filmi için basit ses ve melodiler oluşturan sinemacının gözünde ayrı bir önem taşımasına neden oluyor. “Bir görüntü için farklı sesler duyarsınız, sonra onları piyanoda çalarsınız, yazar ya da orkestra için düzenlersiniz,” diye açıklıyor yönetmen. “Bazen başka birine yaptırırım, bazen kendim yaparım. Sabit bir kuralı yok. Duyduğunuz zaman doğru gelmesi yeterli.”
Eastwood “Müzik aşamasına gelmeniz güzel çünkü artık filmi çekmiyorsunuzdur; film son halini almıştır,” diye devam ediyor. “O zaman filmi geliştirirsiniz. Müzik, ses efektleri ve bu gibi şeyler yaparsınız. 50, 60, 70 kişiyle çalışırken bir anda Avid bilgisayarın olduğu bir odada bir ya da iki kişiyle birlikte çalışmak heyecan verici.”
“Gran Torino”nun filmle aynı adı taşıyan şarkısı İngiliz caz şarkıcı/piyanisti Jamie Cullum ve Don Runner tarafından seslendirildi. Şarkı Eastwood, Cullum, yönetmenin oğlu Kyle Eastwood ve Kyle’ın ortağı Michael Stevens tarafından yazıldı. Lorenz “Birlikte şarkıyı ürettiler” diyor. “Sonra Kyle ve Mike bunu, filmin geri kalanındaki müzik için bir ilham kaynağı olarak kullandılar.”
Kyle Eastwood ve Michael Stevens’ın bestelediği müzik, yönetmenle işbirliği “Tightrope” adlı filme kadar uzanan Lennie Niehaus tarafından orkestra için düzenlendi.
Soundtrack ayrıca karakterlerin ne dinlediğini yansıtan Hmong ve Latino rap parçaları da içeriyor. Bu parçalardan biri, oyuncu kadrosunda yer alan Elvis Thao’nun rap grubu RARE tarafından hazırlandı. Lorenz “Seçmelere gelenlerden bazıları rapçiydi,” diyor. “Bazıları rol aldı, bazıları alamadı ama hepsi müzikleriyle katkıda bulundu. Çok uygundu, film boyunca mümkün olduğu kadar kullandık.”
Prodüksiyonun her aşamasında Hmong halkı bir olarak projeye eşsiz ve gerçekçi bir renk katmak için muazzam bir destek verdi. Hmog danışmanlar diyalog, gelenekler ve tasarım unsurları gibi konularda yardımcı oldular; Eastwood da ekibin bir parçası olarak çalışmak üzere sayısız Hmong zanaatkâr ve çırak tuttu.
Eastwood “Bu filmin bir parçası olmak istediler ve bize karşı çok cömert davrandılar,” diyor. “Onlarla çalışmak bir zevkti. Filmin, onların öyküsünün bir bölümünü Walt’un gözünden anlatmasını Hmong halkının memnuniyetle karşıladıklarını umarım.”
“Gran Torino” ile Eastwood yarattığı unutulmaz karakterler listesine Walt Kowalski’yi ekliyor. Lorenz “Clint daima ilerlemekle ve yapılmış bir şeyi tekrarlamamakla ilgilenmiştir,” diyor. “Bu senaryo tam da bunu sunuyor. Karakteri ve yaşı bakımından ona uydu. Geçmişinden alınmış gibi görünüyor: Kirli Harry ve kanunsuz, sert, ödün vermeyen karakter olarak sürdüğü yaşamından. Ve daha ileri gidiyor. Onu biraz karanlık bir bölgeye sürüklüyor ama karakterinin kefareti araclığıyla yeni bir şey keşfetmesine izin veriyor.”
Resimler: