Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde – Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides

“Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde”

Walt Disney Pictures ve Jerry Bruckheimer Films, başarılı ve son derece popular “Karayip Korsanları” serisinin dördüncü filmi “Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde” ile tekrar karşımızda.

Yapımcılığını Jerry Bruckheimer’ın yaptığı ve Rob Marshall’ın yönettiği, “Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde”, başarılı serinin eğlence, macera ve mizah unsurlarını yine bünyesinde barındırıyor. Bu kez Disney Digital 3D™’de.

Johnny Depp, belleklerde iz bırakan Kaptan Jack Sparrow rolünü tekrar üstlenirken; kendisine uluslararası oyuncular da eşlik ediyor: Serinin gediklileri, intikam peşindeki Kaptan Hector Barbossa rolündeki Geoffrey Rush ve Jack’in yoldaşı Joshamee Gibbs rolündeki Kevin R. McNally’nin yanı sıra “Korsanlar” ailesine yeni katılanlar da var:   Angelica rolünde serinin ilk kadın korsanı Oscar® ödüllü Penélope Cruz, herkesin korktuğu Karasakal tiplemesiyle “Deadwood”daki rolüyle gönüllere taht kuran Ian McShane, korkusuz misyoner Philip Swift rolünde Sam Claflin ve gizemli denizkızı rolünde de Fransız oyuncu Astrid Berges-Frisbey var.

Yepyeni bir maceranın işlendiği filmin hikâyesi ve senaryosu, Tim Powers romanından ve Ted Elliot ile Terry Rossio ve Stuart Beattie ile Jay Wolpert’in yarattığı karakterlerden esinlenerek Ted Elliot ve Terry Rossio tarafından yazıldı.

ÜÇLEMENİN ÖTESİNDE

Jerry Bruckheimer, “Siyah İncinin Laneti (2003)”, “Ölü Adamın Sandığı (2005) ve “Dünyanın Sonu” (2007) adlı “Karayip Korsanları” serisinin ilk üç filminden alınan uluslararası reaksiyonlar için şöyle diyor: “Üç film dünya çapında toplamda 2,6 milyar dolar hâsılat elde edince, sizin tarafınızdan seyircilere bir mesaj yollandığını çabucak anlıyorsunuz.”

Bruckheimer sözlerine şöyle devam ediyor: “Rakamlar harika ama daha da iyisi sinemaseverler için bu filmlerin ne anlama geldiğini gösteriyor. 30 yıldır ortada olmayan korsan türüne seyirciler tekrardan âşık oldu. Hele ki Kaptan Jack Sparrow rolünü canlandıran Johnny Depp’e taptılar! Kaptan Jack’in açılacağı daha çok macera var ve senaristlerimiz Ted Elliot ile Terry Rossio keşfedilecek yepyeni bir dünya yarattılar bile.”
Kaptan Jack’le aksiyon dolu efsanevi Gençlik Çeşmesi yolculuğunda da dünyayı keşfederken seyirci aynen bunu yapacak. Jack’in yolu (ve kılıcı) birlikte karmaşık bir geçmişe sahip olduğu, gizemli ve çekici korsan Angelica (Penélope Cruz) ile kesişince, Angelica onu efsanevi korsan Karasakal’ın (Ian McShane) gemisi “Queen Anne’s Revenge’e” (Kraliçe Anne’in İntikamı) zorla bindirir.

Efsanevi pınara yapılan beklenmedik yolculukta kendini esir bulan Jack, barbar Karasakal ve zombilerden oluşan tayfasıyla, hem zekâsıyla hem de kılıç kullanmasıyla kendisine denk olan Angelica ve en deneyimli denizcilerin bile sonu olabilecek güzel ve etkileyici denizkızlarıyla baş edebilmek için tüm kurnazlığını konuşturmalıdır.

Çekilen üç film süresince Kaptan Jack Sparrow karakterine âşık olan Johnny Depp, yeni bir maceraya atılmaya çok hevesliydi. Depp şöyle diyor: “Üçüncü filmi bitirdikten sonra dördüncüsünü çekme fikrine verdiğim tepki ‘elbette’ oldu.”

Depp sözlerine şöyle devam ediyor: “Kaptan Jack rolünü tamamladığınızda, o karakterden normale dönmek biraz zor oluyor çünkü o karakter olmayı çok seviyorum. Kaptan Jack’i canlandırmak insana kendini çok rahat hissettiriyor çünkü her durumda saygısız, huzur bozucu ve soyut olabiliyorsunuz. Artık onu o kadar iyi tanıyorum ki, rol de kendiliğinden çıkıyor.”

Depp ekliyor: “Ted ve Terry’nin ‘Gizemli Denizlerde’ senaryosunda yaptıklarından çok memnunum. Sanki kapılar tekrar açıldı ve her şey tazelendi. İlk filmin ruhuna çok yakın. Alt konular ve karmaşıklıklar olmadan istediğimiz noktadan istediğimiz noktaya geçtik.”

Depp, ilk filmin çekimleri başladığında kendisinin Kaptan Jack Sparrow vizyonuna destek çıkan Jerry Bruckheimer’la tekrar çalışmaktan da büyük keyif almış. Oyuncu şöyle diyor: “Jerry Bruckheimer olmasaydı ilk filmde yaptıklarımızın üçte birini bile yapamazdık. Jerry’nin desteği, materyali anlayışı, ‘tamam, birçok insan bundan korkar ama ben komik buldum. Böyle yapalım’ demesi olmasaydı, ilk film çok basmakalıp, daha az komik olurdu, ben de kovulmuş olurdum!”

“Jerry, bu filmleri iyi biliyor. Onunla sayısız kez görüştük, asla da yanlış bir şey söylediğini görmedim. Daima ilginç bir şeyler buluyor. Canınız sıkıldıysa ‘merak etme, hallederiz’ diyen kişi hep odur. Jerry, gerçek bir yapımcı. İlginç ve farklı şeyler yapmamızı mümkün kılıyor. O anlamda hiçbir baskı görmedik. Bruckheimer’ın hallettiğini biliyorduk zaten. Süper bir şey bu.”

Bruckheimer şöyle diyor: “Şu noktada Johnny, dünyanın en popüler ve en iyi oyuncularından biri. İşine çok bağlı olan ve sıkı çalışan bir oyuncu. Çalışmayı çok sevdiğiniz biri çünkü her gün sete gülümseyerek, işe ve eğlenmeye ve çok çalışmaya hazır bir şekilde geliyor.”

İş “Gizemli Denizlerde”ye yönetmen bulmaya gelince, Jerry Bruckheimer ve Johnny Depp kim olacağı konusunda hemfikirdiler: En İyi Film Oscar®ını alan “Chicago”, ardından “Bir Geyşanın Anıları” ve “Nine” filmlerini yöneten Rob Marshall. Bruckheimer şöyle diyor: “Rob, büyük mücadelelere ve tehlikelere atılmaktan korkmayan bir sinemacı. Dahası, müzikal ve koreografi geçmişi ‘Karayip Korsanları’ filmi yönetmek için büyük bir avantajdı. Büyük bir aksiyon ortaya koyacak ve hareketten anlayan biri gerekiyordu. Rob, aynı zamanda harika da bir hikâye anlatıcı. Kusursuz bir zevki var.”

Johnny Depp’in dördüncü filmde birlikte çalışmak istediği yönetmenlere dair çok kısa bir listesi vardır. Depp şöyle diyor: “İlk üç filmi Gore Verbinski’yle çekmiştik fakat Gore’un “Rango” üzerinde çalışması sebebiyle dördüncü filmde yer almayacak olması ilk etapta bizi ikileme düşürdü.”

Depp anlatıyor: “Belli isimlerin adı geçmişti. Rob’un adı geçtiğinde ‘bu olmalı. İnşallah iyi biridir’ dedim. Bütün filmlerini izledim. İnanılmaz bir duyarlılığı, karakterlere karşı benzersiz bir yaklaşımı var. Estetik anlayışı ve zamanlaması mükemmel. Oturup konuştuk. İlk saniyede itibarıyla aradığımı kişinin o olduğunu anlamıştım. Anlamıştım işte.”

“Gore’dan sonra gelip bu işi götürebilecek daha iyi biri olamazdı bence. Rob’un yaklaşımı, Gore’un ilk üç filmde yaptığına saygısızlık etmiyor, aynı zamanda kendine ait izler de taşıyordu. O, yeni bir açı kazandırdı, yeni bir bakış getirdi.”

Rob Marshall, tarzı “kadife kaplı demir” olarak tanımlanan, modern Amerikan sinemasının güçlü isimlerinden biridir. Beğenilen yönetmenin üç filmi “Chicago”, “Bir Geyşa’nın Anıları” ve “Nine”, toplamda 23 Oscar® adaylığı aldı. Marshall, “Karayip Korsanları” serisinin dördüncü filminin yönetmenliğini yapmak için biçilmiş kaftandı.

Kendisi anlatıyor: “Hep klasik bir macera filmi yapmak istemişimdir. Sanırım ilk etapta yaptığımın dışına çıktığımı düşünenler oldu ama bence öyle değil; daha ziyade bir genişleme gibi bu, özellikle de genel anlamıyla ‘aksiyon’ da bir nevi koreografi sayıldığı için.

“’Karayip Korsanları’ndaki aksiyon dans gibi kendi içinde koreograflandı. Aksiyon sekanslarının iyi olması için, kapsamlı bir mozaik gibi dikkatlice bir araya getirildi. Bu da dansa çok benziyor. Aksiyon, bir hikâye içermeli ve karakter geliştirmeli.”

Marshall, “Karayip Korsanları” filmlerine kalbini ve ruhunu veren adamla, Johnny Depp’le çalışacağı için de çok heyecanlıydı. “Yıllar boyunca herkes ‘ikiniz super olursunuz. Birbirinizle çalışmayı çok seversiniz’ dedi.”

“Dolayısıyla ‘Karayip Korsanları’ teklifi gelince Johnny ile çalışmak için harika bir fırsat olur diye düşündüm. Johnny, muhteşem bir insan. Dâhi ve yaratıcı bir güç olmakla kalmıyor, aynı zamanda kibar, düşünceli ve zarif bir adam.

“Cidden de başka bir zamana gitmiş gibiydim. Adam sete gelip herkesle tokalaşıyor. Setteki herkesin mutlu olduğundan emin oluyor.”

Marshall ekliyor: “Güçlü bir iş ahlakı var ama aynı zamanda da çok eğlencelidir; çok komiktir. Sürekli güldük. Aslında çok yorucu bir programımız var, çok hızlı hareket ediyoruz ve başarmamız gereken çok şey var ama onun sayesinde her şey çok neşeliydi.”

Depp anlatıyor: “Rob, neyi nasıl yapacağını biliyordu. Neyi kullanacağını ya da kullanmayacağını biliyordum. Son derece verimli. ‘Hikâyenin özünden kopmayalım, bunu yaparken de eğlenelim’ diyor.”

Sorumlu yapımcı John DeLuca şöyle diyor: “Johnny ve Rob çok iyi anlaştı ve ilişkileri, film esnasında daha da iyiye gitti. Sette birlikte olmaktan çok mutluydular. Birbirlerinden ilham aldılar.”

İlk “Karayip Korsanları” filminden bile önce “Aladdin” ve “Şrek” gibi modern klasikleri yazan beğenilen ikili Ted Elliott ve Terry Rossio, Tim Powers’ın aynı adlı romanının da yardımıyla – ki hikâye ilk buradan çıktı – “Gizemli Denizlerde” için korsan ve denizcilik tarihine ve mitolojisinin derinlerine indiler. Rossio şöyle diyor: “Esas amaç üçlemenin devamı değil de tek başına bir hikâye oluşturmak ya da yeni bir tane başlatmaktı. Tim Powers’ın ‘Gizemli Denizlerde’ kitabı karakter, konu, kurgu ve temel hikâye konusuna ilham kaynağı oldu.”

“Gizemli Denizlerde”nin senaryosunu yazarken Elliott ve Rossio öncelikle kendi içgüdülerine güvendiler ama ilk üç filmin dünya çapındaki seyirci kitlesini de göz önüne aldılar. Özellikle Rossio kendi internet sitesinden filmin hayranlarıyla internet üzerinden konuştu. “Seyircinin filmle ilgili çeşitli açıklamalara verdiği tepkileri takip etmek çok değerliydi. “Hayranların ne kadar önemsediğini bilerek filmlerin tasarım ve yazımından ben de enerji alıyorum çünkü biliyorum ki filmlerde hırslı ya da nüanslı bir şey olursa hayranlar bunu fark edip takdir edecek.”

Aslında ilk üç film “Karayip Korsanları”nın bir popüler kültür dalgası oluşturduğu sadece filmlerin inanılmaz gişesiyle değil, seyircilerin sinemalara korsan kıyafetiyle (Cadılar Bayramı’ndan bahsetmiyorum bile), Kaptan Jack ya da diğer karakterlerin kostümüyle sinemaya gelip korsanvari konuşmalarıyla da kanıtlanıyor.

“Dünyanın Sonu” bölümünde Will Turner (Orlando Bloom) ve Elizabeth Swann’ın (Keira Knightley) hikâyelerinin çözümlenmesiyle, Elliott ve Rossio yeni karakter arayışına girdiler. Kaptan Hector Barbossa (Geoffrey Rush), Joshamee Gibbs (Kevin R. McNally) ve tabii ki Kaptan Jack Sparrow gibi sevilen karakterlere ellerini sürmediler. Tim Powers’ın romanında ana karakter olarak tüm zamanların en korkulan korsanı efsanevi Karasakal da vardı. Ondan daha iyi bir kötü karakter zor yaratılırdı. Angelica’yla, Kaptan Jack’le boyu ölçüşecek yeni bir kadın kahraman yaratıldı. Terry Rossio şöyle diyor: “Jack’i Angelica’nın karşısına çıkarmak çok eğlenceliydi çünkü Jack kendisi gibi bencil ve kurnaz olan bir kadınla hiç karşılaşmamıştı.”

Elliott ve Rossio, Jerry Bruckheimer, Rob Marshall, Johnny Depp ve Bruckheimer’ın yapım ekibi, sorumlu yapımcıları Mike Stenson ve Chad Oman’la yakinen çalışarak senaryoyu yazdı. Rossio anlatıyor: “Johnny, ‘Gizemli Denizlerde’nin tasarımında çok önemli bir rol oynadı. Hikâyeden tutunda, hikâyenin geçtiği yerler, konular ve diyaloglar da büyük söz sahibiydi. Depp olmasa senaryo olmazdı. Jack Sparrow karakterini öyle iyi biliyor ki, onun büyük küçük her düşüncesini öğrenmek istiyorsunuz. Ben, Jack Sparrow karakterini hayal ediyorum ama Johnny onu yaşıyor.”

Depp, filmin hikâyesi için yaratıcı partnerlerle çalışmaktan büyük zevk almış. Kendisi şöyle diyor: “Bir düşünce havuzuna dalıp, ortaya bir sürü fikir atmak gibi bir şey bu. Fikirler ortaya atılıyor ve parıltı görülürse Kabul ediliyor. Çok şükür bizimkiler de kabul edildi ve her şey daha da iyiye gitti. Yazarlar, filmi farklı ve taze kılmak için bu fikirleri çok dikkate aldı.”

Sorumlu Yapımcı Mike Stenson şöyle diyor: “Senaryoda çok kısa bir geliştirme sürecimiz vardı. Johnny’nin fikirlerini mümkün olan en kısa sürede almak istedik. Philip’i misyoner fikri yapmak dâhil birçok harika fikir ortaya koydu. Neyin işe yarayıp neyin yaramayacağına dair harika içgüdüleri var.”

JOHNNY’YE KATILMAK… KADRO TOPLANIYOR

Jerry Bruckheimer, Rob Marshall, Ted Elliott ve Terry Rossio, yeni karakterler geliştirmenin ve mevcut olanları da derinleştirmenin faydalarını biliyordu. Ama bir şeyden çok emindiler: Kaptan Jack Sparrow, nasılsa öyle kalacaktı.

Rossio anlatıyor: “Biliyorsunuz, Jack Sparrow hiç değişmeyen o karakterlerden biri. Seyirci onun değişmesini istemiyor, ben de istemiyorum. Onun yerine, etrafındaki karakterlerin değişimine etki ediyor.”

Aslında Johnny Depp’le tekrar oynayacak olmasının yanı sıra filmin bu özelliği de uluslararası üne sahip Oscar’lı® oyuncu Penélope Cruz’un ilgisini çekmiş. İkili yıllar önce “Beyaz Şeytan” filminde birlikte rol almıştı. Cruz, Karayip Korsanları serisinin de bir hayranıymış. Oyuncu anlatıyor: “İlk üç filmin ve Johnny’nin o filmlerde yaptıklarının büyük hayranıyım. Her oyuncu için böyle bir maceranın parçası olmak müthiş. Her gün bir macera. İnsan sıkılmaz.”

Marshall da 2009 yılında “Nine” filminde Penélope Cruz’la çalışmış ve ikili yakın arkadaş olmuştu. Marshall, Angelica rolünü Cruz’a teklif ettiğinde Oscar’lı® oyuncunun ne tepki vereceğinden emin olmadığını itiraf ediyor.

“O rolde Penélope’yi gördüm. Başka biri aklıma gelmedi. Johnny’ye kafa tutacak, her aşamada ona denk olacak bir oyuncu olmalıydı.”

“Karakterin baştan çıkarıcı bir yanı olmalıydı; mizah ve güç de olmalıydı. Kaptan Jack Sparrow kadar zeki, becerikli ve akıllı bir kadın korsan olmalıydı. Angelica da bu özelliklerin hepsi bulunmalıydı. Doğrusunu isterseniz de Penélope tek seçimimizdi.

“Penélope’ye teklifi Londra’da bir restorandayken yapmıştım. Sorumlu yapımcı John DelLuca ve ben onu yemeğe çıkarmıştık. Yemeğin sonuna kadar bir şey söylemedim ve şöyle düşündüm: “Acaba ilgisini çekecek mi…”
“Sonra da tereddüt ederek ‘Penélope, ‘Karayip’ dedim ve daha cümlemi tamamlamadan restoranın ortasında zıplayıp “Çok isterim!” diye bağırdı.
“Büyük oyuncular kariyerleri süresince sürekli aynı şeyi oynamak istemezler. Penéelope çok heyecanlandı. Ben, klasik bir korsan macerası fikri güdüyordum, ailelere gore de bir film olacaktı. Bu, onun için tamamen farklı bir şeydi ve o da buna bayıldı” diyor Marshall.

Cruz’a göre hem Depp’le hem de Oscar® adaylığı aldığı “Nine” filminin yönetmeni Marshall’la yeniden buluşma fırsatıydı bu onun için. Cruz şöyle diyor: “Bu camiada yaşadığım en harika deneyimler Johnny ve Rob’la olanlardı. Rob, çok büyük baskıları kaldırabiliyor. Herkese karşı çok kibar. O, çok özel bir insan. Kime sorsanız size aynı şeyi söyler. .Johnny ve ben 10 yıl önce birlikte çalışmayı çok sevmiştik. Tekrar onunla olduğuma çok seviniyorum. O çok mütevazı, zeki ve tanıdığım en komik insanlardan biri. Yeteneği inanılmaz, o da Rob gibi centilmen. Sektörde çalıştıkça, kibar insanların yanında olmayı istiyorsunuz. Onlar da bu listenin başında.”

“Angelica geçmişte Jack Sparrow’la bir ilişki yaşamış ama Jack ona ihanet etmiş ve onun kalbini kırmış. Şimdi Angelica intikam peşinde. Bence ona hâlâ âşık ama bunu kendisi bile kabul edemiyor. Halbuki hâlâ ona karşı hisler besliyor. Angelica korsan gibi düşünüyor. Tüm zamanların en büyük ve en tehlikeli korsanının kızı. İnsanları kandırabiliyor, büyük bir yalancı ve harika bir oyuncu. İnsanları kandırsa da ruhu ve kalbi çok temiz biri. Hayattaki esas amacı babasına yardım edebilmek. Angelica onu kurtarabileceğini ve yarattığı hasarı tamir edebileceğini umuyor. Gençlik Çeşmesini bulmak için onun Jack Sparrow’a, Jack’in de ona ihtiyacı var. Angelica, babasının ruhunu orada kurtarmayı umuyor” diyor Cruz.

Depp, Jack’in Angelica’yla olan ilişkisine dair “Nefretin de ötesinde hararetli bir aşk var.”  Geoffrey Rush devam ediyor: “Penélope’nin filmde oynaması müthiş çünkü ben daima Jack Sparrow’un dengi olan, çılgın ve seksi bir kadın korsan olmasının harika olacağını düşünmüşümdür. O, ateşli, gözü pek ve işinde çok titiz biri.”

Gelmiş geçmiş en kötü namlı korsan rolü için Bruckheimer ve Marshall, 50 yılı aşan bir sinema ve televizyon kariyerine sahip, HBO’nun beğenilen “Deadwood” dizisindeki Al Swearengen rolüyle şöhretine şöhret katan bir oyuncuda karar kıldılar. Jerry Bruckheimer anlatıyor: “Ian McShane dört dörtlük bir oyuncu. İnanılmaz biri, her şeyi yapmış. Oyunculuk alanında kazanabileceği her türlü ödülü kazanmış. Yönetmen ve seyirciler açısından, alanında usta kişileri izlemek çok çok eğlenceli oluyor.”

Marshall ekliyor: “Johnny Depp, Jerry Bruckheimer ve ben uzunca bir oyuncu listesi yaptık. Eledik eledik ve Ian McShane’e geldik. Anında onun Karasakal olması gerektiğine karar verdik. O, daima şeytani bir karakteri canlandırabilir ama ardında mutIaka bir mizah unsure bulunur. O, olaylara çok taze bir bakış açısı getirebiliyor.”

McShane anlatıyor: “Muhtemelen Karasakal gelmiş geçmiş en kötü şöhrete sahip korsan. Hakkında anlatılan bir sürü hikâye var. İster doğru olsun ister yanlış, artık o korsan mitolojisinin bir parçası. Senaryo beni çok etkiledi. Çok eğlenceli ve etkileyici.”
McShane, Rob Marshall’la çalışmaktan da çok memnunmuş. Oyuncu şöyle diyor: “Rob’u tanımlamak için ‘etkileyici bir şekilde acımasız’ diyebilirim sanırım. Bu, böyle büyük bir film yönetiyorsanız harika bir özellik. Rob’un, dürüst ve şahsi cazibeyle harmanlanmış bir kararlılığı var.”

Johnny Depp, Kaptan Jack’in ‘Gizemli Denizlerde’ki can düşmanı Karasakal için şöyle diyor: “Karasakal karakterinin güzelliği, görünürde mantıklı bir adam olması. Ama onu tanıdıkça onun soğukkanlı, kalpsiz bir katil olduğunu anlıyorsunuz. Amacına ulaşmak için herkesi yok eder. Bu yüzden çok tehlikeli. Onu tabii ki Ian McShane’den daha iyi canlandıracak kimse olamazdı.”

Penélope Cruz, Karasakal ve Angelica arasındaki alışılmadık baba-kız dinamiğini keşfetmek için sabırsızlanmış. Cruz şöyle diyor: “Angelica, bununla yüzleşemiyor, bunu kabul edemiyor. Bu, ona çok acı veriyor, bu yüzden babasının yaptığı her şeye bahane buluyor. Öldürmeye bir son vermesi için onunla mücadele edip duruyor. Onun görevi, babasını değiştirmek. Babasına güvenemeyeceği gerçeğiyle yüzleşemiyor.”

“Karayip Korsanları” serisinde yarattığı Hector Barbossa rolüyle en sevilen karakterlerden birini yaratan Geoffrey Rush da yine kadroda. Rush anlatıyor: “Dördüncü bir film çekileceğini duyduğumda çok heyecanlandım çünkü Johnny ile çalışmayı çok seviyorum. Jack Sparrow-Barbossa çekişmesi çok keyif verici. Ted Elliott ve Terry Rossio da sürekli olarak yeni bir şeyler buluyorlar. İlk üç filmde gömülü hazine, Aztek laneti, deniz canavarları, tanrılar ve tanrıçalar ile Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’ne kadar her şeyi irdeledikleri için, Korsanlığın Altın Çağı’na ya da onu çevreleyen mitolojiye dair konu edecek bir şey kalmadığını düşünmüştüm ama Karasakal aklıma gelmemişti. Ya da denizkızları!”

Rush, sözlerine şöyle devam ediyor: “Beni oyuncu olarak memnun eden diğer bir şey de Barbossa’nın her devam filminde daha çok ayyuka çıkması. ‘Gizemli Denizlerde’ de Barbossa ayakta kalmaya çalışan hesapçı bir kişilik olduğu için, kendince tatmin edici bir emeklilik planı olduğunu düşündüğü bir şeye girişiyor – çünkü gençleşeceği yok. Bu yüzden Kral George’la güç birliği yapıyor ve hükûmet emriyle korsanlık yapmaya başlıyor. Üçüncü filmde zaten hain bir korsan olmakla kalmadığını, aynı zamanda dalavereci, kendi çıkarını düşünen özelliklerini açığa çıkarmıştı.”

Johnny Depp anlatıyor: “Kaptan Jack ve Barbossa aynı taraftayken bile, bir şekilde zıt tarafta oluyorlar. Bu iki karakter bana hep briç kulübünde ufacık şeyler yüzünden birbirlerinin başının etini yiyen yaşlı ev kadınları gibi geliyor. Ben ve Geoffrey, ilk günden itibaren karakterlere böyle yaklaştık. O, buna değen bir rakip. Geoffrey müthiş bir oyuncu. Sürekli olarak bir sahnenin olasılıklarını araştırıyor. Geoffrey ile olunca her şey taze, her şey yeni, her şey ilginç.”

Geoffrey Rush ekliyor: “Diyelim Jack ve Barbossa kendilerini yaşlı bir evil çift olarak görüyor. Bu ikisi gerçekten iş birliği yapabilse ve sürekli inatlaşmasalar, durdurulamaz bir ekip olurlar. Ama iki apayrı kişiler çünkü Barbossa tamamen stratejik bir düşünür, fakat çok da zeki biri değil. Jack, sürekli doğaçlama hâlinde yaşamını sürdürüyor. Büyük, cesaret gerektiren risklere giriyor ve bunun karşılığını da alıyor; bir gemiden diğerine gitse de. Eninde sonunda ayaklarını karaya basıyor ve gemi diğerinde adeta Bugs Bunny gibi duruyor. Böyle bir oyunculuk dinamiğinde bulunmak müthiş.”

“Karayip Korsanları” serisine dönüş yapan diğer bir oyuncu da artık dört “Karayip Korsanları” filminin de gediklisi olan Joshamee Gibbs rolünde yine Kevin R. McNally karşımızda. McNally anlatıyor: “Bana bir “Karayip Korsanları” filmi daha çekeceğiz dediklerinde çok şaşırmıştım çünkü yıllar önce, bunları hâlâ çekeceğimizi düşünmüyordum. Çok heyecan verici çünkü karakterleri tekrar ziyaret edip onlara tekrar bakma fırsatı buluyorsunuz. Özellikle de karakterlere yeni özellikler kazandırmak isteyen, temcit pilavı gibi ortaya aynı şeyleri koymayan yazarlarınız olduğu zaman. Bay Gibbs’in hikâyesi başından beri çok heyecan verici, dolayısıyla da çok keyifli.”

Hikâyenin iki genç karakterini – genç ve gizemli deniz kızı Syrena’yı ve gözü pek misyoner Philip Swift’i canlandırmak için – Amerika kast direktörü Francine Maisler ve İngiltere kast direktörleri Lucy Bevan ve Susie Figgis’le birlikte Bruckheimer ve Marshall dünya çapında bir arayışa çıktı. Binlerce aday arasından seçilen Fransız Astrid Bergès-Frisbey ve İngiliz Sam Claflin, ülkelerinde deneyim sahibi, 20’li yaşlarının başında oyunculardı. (Fransız/İspanyol kökenleri taşıyan Bergès-Frisbey hem Fransa’da hem de İspanya’da filmlerde rol almıştı) Ama uluslararası anlamda henüz kendilerini kanıtlamamışlardı.

Marshall anlatıyor: “Kapsamlı bir araştırma yaptık çünkü yeni yüzler, yeni oyuncular arıyorduk. Her yere baktık. Avrupa ve Amerika’da adayları izledik. Uzun bir süreçti, yüzlerce oyuncu gördük. Ama finalistlere geldiğimizde kimin öne çıktığı belli oldu. Sam, inanılmaz bir oyuncu ve çok da yakışıklı. Çok yönlü bir oyuncu – esprili, etkileyici, fiziğini de iyi kullanabilen biri. Aslında o, çok iyi bir futbol oyuncusu. Astrid gizemli bir denizkızını canlandırıyor, dolayısıyla biz de öbür dünyaya ait bir yüz arıyorduk. Bunu Astrid’de gördük. Onda öbür dünyaya ait bir özellik var. Çok alçakgönüllü ve içten biri. Aynı zamanda çok da güzel. Onları bir araya getirdiğimizde doğru kombinasyonun bu olduğunu anladık.”

Yeni yetenekler keşfetmekte uzman olan Jerry Bruckheimer ekliyor: “Astrid, Fransız ve İspanyol filmlerinde harika işler çıkarmıştı. Etkileyici bir güzelliği ve ruhu var. Sam, Londra’daki bir tiyatro okulundan yeni mezun olmuştu. Klasik eğitim almış, çok yakışıklı, televizyondaki ‘The Plilars of Earth’ ve ‘Any Human Heart’ gibi mini dizilerde önemli roller canlandırmış biri. Astrid ve Sam’in deneme çekimleri bizi çok heyecanlandırdı. Beyaz perdede büyük etki bırakacak yeteneğe sahip olduklarını biliyorduk ve haklı çıktık.”

Claflin anlatıyor: “Philip Swift adında bir misyoneri canlandırıyorum. İnandıklarını savunuyor ve Karasakal’ın yanlışlarını düzeltmeye çalışıyor. Hikâye ilerledikçe Philip şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyor, özellikle Syrena’yla tanışınca. Kadınlarla gerçek anlamda bir irtibatı olmamış, bu yüzden bunun bir dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz.”

Bergès-Frisbey de Sam Claflin gibi yeni “Karayip Korsanları” filminde rol alacağını öğrenince çok şaşırmış. Oyuncu şöyle diyor: “Kostüm denemek için Kauai’ye gidene dek filmin bir parçası olduğuma inanamamıştım. Syrena, diğer denizkızlarından farklı çünkü o, insan karakterlerle irtibat kuruyor. Bu da onu değiştiriyor. Philip, Syrena’yı değiştiriyor, Syrena da Philip’i değiştiriyor çünkü ilk andan itibaren birbirlerinde benzer şeyler görüyorlar. Philip’in diğer insanlara göre farklı olduğu gibi, Syrena da diğer denizkızlarına göre farklı. Philip, çok iyi bir insan. Syrena ona, denizkızlarıyla savaş hâlinde olan diğer denizci ve korsanlardan daha farklı yaklaşıyor.”

Çekimlerden önce Bergès-Frisbey, denizkızlarının efsanesini araştırdı. Oyuncu anlatıyor: “Homeros’un ‘Odysseia,’ zamanından tutun dünyadaki her yerde denizkızlarıyla ilgili efsaneler var. Denizcileri güzellikleriyle baştan çıkarıp onları öldürüyorlar. DAha sonra bu efsaneler 19’uncu yüzyılda Hans Christian Andersen’in romantik bir bakış açısına sahip “Küçük Denizkızı”nı yazmasıyla bu efsaneler değişiyor. Artık bunlar daha yaygın, özellikle de bu hikâyenin Disney animasyonu ve ‘Splash’ (Deniz Kızı) sayesinde. Bence Syrena korkutucu eski hikâyelerle denizkızlarıyla ilgili romantik versiyonlar arasında bir bağ.”

Hawaii’deki iki aylık çekimlerde, deniz altında yaşadıkları için deniz kızlarının sahip olduğu soluk ten rengini muhafaza etmek için Bergès-Frisbey’nin güneşte eğlenmesine izin verilmedi. Oyuncu şöyle diyor: “Vampir gibi yaşamak zorunda kaldım. Gündüz vakti hep içerilerdeydim. Ancak akşamları dışarı çıkabiliyordum!”

Geniş kadronun geri kalanında uluslararası çapta tanınan yetenekler mevcuttu. Bunların arasında Depp’le beraber Michael Mann’ın “Halk Düşmanları” filminde rol alan İngiliz Stephen Graham de var. Kendisi Scrum rolünü canlandırıyor. Graham şöyle diyor: “Karakterim, Londra’nın Greenwich bölgesinden. Çocukluğundan bu yana denizlerde. Scrum, korsan dünyasının Artful Dodger’ı gibi. Daima yapacak bir şey arıyor. Eli sürekli bir şeylerde. Daha çok para kazanmanın ya da bir başka maceraya çıkmanın yolunu arıyor. Scrum’ı canlandırmak harika ve çok eğlenceli. Özellikle son zamanlarda canlandırmış olduğum birkaç psikopat karakterden sonra, o ruh hâlinden sıyrılıp eğlenmek çok güzel.”

Diğer oyuncular şöyle: Richard Griffiths, Roger Allam, Greg Ellis ve Damian O’Hare (Son iki oyuncu Groves and ve Gillette karakterleriyle tekrar karşımızda) ve filmde bir korsanı canlandıran ilk çocuk karakter 15 yaşındaki Robbie Kay, İspanyol Oscar Jaenada ve Juan Carlos Vellido; Japon Yuki Matsuzaki; ve denizkızı Tamara rolünde Avustralyalı süper model Gemma Ward.

“Karayip Korsanları”na Kaptan Teague rolüyle dönen bir diğer isim de The Rolling Stones’un efsanevi gitaristi Keith Richards. Kaptan Jack Sparrow için Richards’tan ilham aldığını açıkça belirten Depp şöyle diyor: “Keith üçüncü filmde oynadıktan sonra tekrardan filmde rol alması gerektiğini biliyorum. Jerry ve senaristlerle görüştüm, herkes bana katıldı. Keith’in Kaptan Teague rolüyle dünya çapında topladığı beğeni inanılmazdı. Keith, hikâyenin kapsamı dâhilinde anlam taşıdığı sürece dönmeye hazırdı. Bence Ted ve Terry bunun altından çok iyi kalktı çünkü yine tam zamanında geliyor.”

Depp devam ediyor: “O, harika bir adam. Onu uzun süredir tanıyorum ve onunla takılmak, karavanında oturup müzik, film ya da herhangi başka bir şey hakkında sohbet etmek benim için zevkti.”

Richards ekliyor: “İşin mühendisi Johnny idi. Bana ‘var mısın’ dedi. Ben de ‘ekipmanları ver bebeğim’ dedim. Çok eğlenceliydi.”

Rob Marshall da rock efsanesiyle çalıştığı için çok heyecan duyuyordu. Yönetmen şöyle diyor: “O çok tatlı bir adam. Çok komik, çok mütevazi biri.”

“Onun sahnesini çektikten sonra ‘Keith, müthişti bu. Çok etkilendim’ dedim. O da sinsi sinsi ‘Sen bir de beni Hamlet oynarken gör’ dedi. Onunla çalışmak çok eğlenceliydi çünkü o çok komik biri. Filmde müthiş. Johnny ona hayran. İnanılmaz bir kimyaları var.”

“KARAYİP KORSANLARI: GİZEMLİ DENİZLERDE”NİN GÖRSEL DÜNYASI

Bruckheimer anlatıyor: “Seyirciyi önceki filmlerde izlediklerinin ötesinde, farklı bir yere götürmek istedik. ‘Gizemli Denizlerde’ de önceki üç filmin de görüntü yönetmenliğini yapan Dariusz Wolski var. İlk kez dijital 3D olarak çalıştı. Rob Marshall’ın getirdiği Oscar ödüllü yapım tasarımcısı John Myhre de bizimle birlikte. Hawaii’den tutun da Karayipler’den Londra’ya kadar yepyeni yerlerde çekim yaptık.”

Myhre’ye gore dördüncü “Karayip Korsanları”nı tasarlama görevi, bir rüyanın gerçekleşmesiydi. “Karayip Korsanları, Disneyland’deki en sevdiğim oyuncak. 1967’de açıldığından bu yana her yıl biniyorum. Ben, Seattle’da büyüdüm ama ailem yılda bir kez Disneyland’e giderdi.”

“Gizemli Denizlerde”nin yönetmeninin Rob Marshall olduğu açıklandığında Myhre 8 yaşında bir çocuk gibi salonda oradan oraya zıpladığını söylüyor. Bunun sebebi, yönetmenin bundan önceki üç filminde onunla birlikte çalışmış olmasıydı “Chicago”daki dinamik Caz Çağı canlandırmasıyla ve “Bir Geyşanın Anıları”nda tamamen Kaliforniya lokasyonlarında yarattığı Kyoto’yla Oscar kazandı.”

Çekimler başlamadan once Marshall, uzun sureli çalışma arkadaşı John DeLuca ve yapım tasarımcısı Myhre, Karayip Korsanları oyuncağına gittiler ve ‘Gizemli Denizlerde’ için detay araştırması yaptılar. Mhrye şöyle diyor: “Rob ve ben tüm ‘Karayip Korsanları’ filmlerinin hayranıyız ama yaratıcı bir ekiple gelip olayları değiştirmek ve kendi fikirlerimizi katmak harikaydı. ‘Gizemli Denizlerde’ye bir tiyatrallık katmak istedik. Bu da karakter odaklı olacaktı. Filmde ‘Korsanlar’ dünyasını 1700’lerin ortasında başlatarak sonrasında Karayip adalarına, ormanlarına ve kumsallarına geçiyoruz.”

Myhre anlatıyor: “Film, üç bölüme ayrılıyor: Londra’daki açılış, Kraliçe Anne’in İntikamı’nda geçen orta kısım ve son kısım da Gençlik Çeşmesi arayışı sırasındaki orman yolculuğu. O yoğun ve harikulade orman arayışı bizi Hawaii’deki Kauai ve Oahu’ya getirdi. Sonra denizkızı sekansı için Los Angeles’taki büyük sete, oradan Porto Riko’daki küçük bir adaya ve tarihi İspanyo kalesine, son olarak da Londra dış çekimleri için İngiltere’ye gittik. Pinewood Studios’da da oldukça büyük settler inşa edildi.”

Myhre’nin düşünce ve konseptlerini üç boyutlu gerçekliğe dönüştürmek için ona set dekoratörü Gordon Sim eşlik etti. Sim, onunla “Chicago” ile aldığı Oscar ödülünü ve “Nine”la aldığı adaylığı paylaşmıştı. Onlara Amerika sanat yönetmeni süpervizörü Gary Freeman, büyük bir tasarım, çizim ve ressam ekibi çekimlerin Pasifik ve Atlantik taraflarında eşlik etti.

MEKANLAR VE SETLER

Bruckheimer anlatıyor: “İlk üç filmi gerçek Karayiplerde çekmiş olsak da ‘Gizemli Denizlerde’ için öbür dünyayı andıran çok güzel yerler gerekiyordu.” Kapsamlı mekân arayışları sonucunda yapımcılar Hawaii adaları Kauai ve Oahu’da karar kıldı. İki ada da hem karada hem denizde belirli özellikler sunuyordu.

“İki ada da, özellik Kauai’de olağanüstü ormanlar, dağlar ve deniz kıyıları vardı” diyor Rob Marshall. “Çok bereketli, büyük ve büyüleyiciydiler. Oahu’da da çok güzel yerler vardı. Karasakal’ın gemisi Kraliçe Anne’in İntikamı’nın denizdeki tüm çekimlerini orada yaptık.”

14 Haziran 2010’u hatırlayan Jerry Bruckheimer şöyle diyor: “Çekimlerin ilk günü de beyaz perdeye taşıdığınız film kadar macera dolu olunca, bu bir nevi olacakların da habercisi oluyor. Kauai’nin dillere destan Na Pali Kıyısı’ndaki neredeyse kimsenin erişemediği Honopu Plajı’nı üç tarafı neredeyse 365 metre yüksekliğindeki dağlarla çevrili. Hawaii Devleti tarafından koruma kapsamındaki alanlardan olan bu yere ancak helikopterle – Johnny Depp’in kostümü, saçı ve makyajı tam hâlde atlaması gerekecekti,  ya da denizden ulaşılabilirdi.

Ama teknelerin sahile inmesine izin verilmediği için ekibin çoğu Zodyak botlarla gelip oradan jet ski’lere nakledilecek ya da su kayaklarıyla çekilecektiler. Bu da çok zorlu olacaktı. Jet ski’lerin durmasına da izin verilmediği için herkes ya jet ski’lerden ya das u kayaklarından atlayacaktılar. Başlarında birinci yönetmen yardımcısı Peter Kohn liderliğinde ekibin çoğu sonunda plaja vardıkları için çok heyecanlıydılar. Gerekli ekipmanlar da helikopterle getirildi.

Sorumlu Yapımcı Barry Waldman şöyle diyor: “Bir şeyi yapmanın bir kolay bir de zor yolu varsa, daima zor yolu seçeceğiz. Honopu Plajı’ndaki çekimlerden iki gün once denizin kabarma oranı 60 santimetreyken, çekimlere başladığımız gün 1,5 metre olmuştu. Honopu Plajı, doğru yapıldığı takdirde filme çok değer katan şeylerden biriydi.”

Sorumlu Yapımcı Chad Oman ekliyor: “Bence çekimlerin ilk günü Rob Marshall’ın jet ski’den plajın ortasına çekilip koyulmasını görmek harikaydı. “Karayip Korsanları”na harika bir giriş oldu. Çoğumuz üç filmde de yer almıştık ama onun için bu başlıbaşına yeni bir deneyimdi. Kendi heyecanını ve şevkini bu projeye taşımasını görmek inanılmazdı.”

Bahçeler Adası olarak bilinen Kauai, filmdeki birçok mekâna hatta arka plandaki oyunculara da ev sahipliği yaptı. Yaklaşık 7000 kişi çekimler başlamadan 1,5 ay once hem Kauai’de hem Oahu’da seçmelere katıldı. Korsan kıyafetleri giydiler, bandanalar, eşarplar, küpeler takıp dövmeler yaptırdılar.

Birçok oyuncu seçildi ama altı şanslı aday Hawaii’de yaşıyordu ve onlar Kraliçe Anne’in İntikamı’nın çekirdek tayfası oldular. Hepsinin kendine has karakteri vardı: Tamayo Perry, büyük dalga sörfçüsü; Sürekli taktığı Lincoln vari şapkası yüzünden Silindir Şapkalı lakabı takılan Kevin Senn; Filipin kökenli, sahne adı Mic3 olan rap sanatçısı Michael Rosales, Karayip’in tek gerçek korsanı Montserrat’lı Emerson (Malcolm) Tuitt, son derece uzun, 20 yıl boyunca mektup getirip götüren Rey Payumo ile bahçıvan Thomas Smith.

Honopu Plajı’nda su ve güneş dolu ilk günkü çekimlerden sonra ekip, Kauai’de birçok farklı mekân da bir ay boyunca sürekli olarak çekim yaptı. Lawai’de ki Milli Tropik Botanik Bahçesi, Kipu Çiftliği, Grove Çiftiği ve Valley House Çiftliği, büyük bir orman, nehir, dağlık alan sağladı ama bu oyuncular ve ekip için, aynı zamanda 3D kamera ekipmanları için çok zorlu bir süreç doğurdu.

Ama cennete çekim yakmak ekibi büyülemiş. Sam Claflin anlatıyor: “Ormanda ilk günkü çekimlerde kameranın kurulmasını bekliyorduk. Hawaii’deki korsanlardan biri olan Malcolm palmiye ağacından düşen bir Hindistan cevizini aldı, aksesuar kılıçlarından biriyle de parçalayıp açtı. Bir anda hepimiz Hindistan cevizi sütü içmeye başladık. Hawaii, hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden biriydi. Orada çalışma fırsatını yakaladığım için çok şanslıyım.”

Çoğu turistin “Mavi Oda” ya da “Mavi Mağara” olarak bildiği ama Hawaii’lilerin kendi şiirsel dillerinde “Waikapale’e” dedikleri Kauai’nin Kuzey kıyılarında, Ke’e Plajı’nın karşısında da çekimler yapıldı. Burası da çok büyük kültürel öneme sahip kutsal bir yer. Bu enfes mağara, Gençlik Çeşmesine giden oyukların girişi olarak seçildi. Hawaii’liler Waikapa’e’nin sularının can verici gücü olduğuna inandıkları için bu, çok da uygun oldu aslında. Kaderin cilvesine bakın ki o gün oradaki çekimler güçlü bir kutsanma töreniyle başladı. Hatta “Gizemli Denizlerde” ekibi, kutsal alanlarda ya da civarlarında yapılacak çekimlerden hemen once böyle törenlerin yapılmasını istedi.

Hava tanrıları da alışılmadık şekilde Kauai’deki çekimler boyunca ekibe karşı çok kibardı. Sadece bir gün, bütün adayı inanılmaz bir fırtına aldı. Johnny Depp ve Kevin R. Mally, 18’inci yüzyıl hapishane arabasında çekim yapmak zorunda kaldı. Ertesi gün gökyüzü berraktı ve Depp’le Mcally önemli bir gün batımı sahnesini çekebildi. Herkes bir konuda hemfikirdi: Sinemada katedilen onca teknolojik gelişmeye rağmen, hiçir şey tabiatın doğallığının yerini alamaz.

Bruckheimer anlatıyor: “Bu yüzden böyle yerlere gidiyoruz, böyle anlar için.” Geoffrey Rush ekliyor: “Kauai son derece güzeldi ve bizim için kusursuzdu çünkü surreal görünen bamboo ormanlarında dağlara karşı çekim yapıyorduk. Olağanüstü bir ormandaydı. Filme çok şey kattı.”

“Gizemli Denizlerde” ordusu Oahu’ya taşınmadan once Kauai’deki son mekânın kendine has bir pop geçmişi var. Kapa’a yakınlarındaki Coco Palms Oteli, Elvis Presley’nin “Blue Hawaii”deki mekânlarından biriydi ve 60’lı yılların başındaki bu klasiği seslendirdiği yerdi. Marshall ve ekip, otelin adını aldığı Hindistan cevizi korusunda çekim yaptı. 773 palmiye hasat edildi ki, çekimler sırasında oyuncuların ve çekim ekibinin kafasına ağır meyveler düşmesin. Hasat edilen Hindistan cevizleri yerel halk tarafından tropik meyvelerin etünden sütünden faydalanmak için alındı.

Ayrıca Geoffrey Rush da “Blue Hawaii”yi Kauai’deki otel odasında birkaç arkadaşına özel olarak izletti. Senarist Terry Rossio şöyle diyor: “Filmdeki her sahneyi oyuncularımızla yeni bir şekle soktuk. Tabii ki Elvis, Johnny Depp oldu!”

Kauai’de çekimler başlayalı bir yıl olmuştu ki ekip Oahu’ya, “Toplanma Yeri”ne geçti.Bir kez daha Tabiat Ana, Bruckheimer, Marshall ve John Myhre’a gerekli arka planı sağladı, sanat departmanı da revizyonlar yaptı. Oahu’daki çekimlerin çoğu Kraliçe Anne’in İntikamı’nda, Hawaii’nin derin sularında yapıldı. Çekim mekânları inşaatı hemen hemen aynı zamanlarda başlayan Disney’in Aulani tatil köyü yakınlarındaki Barbers Point’te, Ko Olina’nın biraz uzağında veya Kaneohe’deki Heeia Kea Gemi Havuzunda yapıldı. Burada her gece yerli yabancı her yerden yüzlerce turistin Johnny Depp ve diğer oyuncuları görmek için toplanması bir gelenek hâline geldi. Sevilen yıldız onları asla hayal kırıklığına uğratmadı.

Her gece Depp, Kaptan Jack kostümüyle Kraliçe Anne’in İntikamı’na giderken barikatların orada durup hayranlarla tokalaştı, onlara poz Verdi, öpücük dağıttı ve onlara destekleri için teşekkür etti. Depp’in alçakgönüllülüğü sayesinde kalabalık her geçen gün daha da arttı. Kameralar ve deniz kordinatörleri Bruce Ross ve Dan Malone’un ekibinin çevrelediği uzaktan görünen gemi de hayranları aynı oranda büyülemişti.

Hatta Jack Sparrow’un önderliğini yaptığı Karasakal’a karşı çıkarılan bir isyanın çekimleri yapılıyordu. Salaman’ı canlandıran İngiliz oyuncu Paul Bazely anlatıyor: “Gemi çok güzel, büyük ışıklarla aydınlatılmıştı. Duman çıkıyordu, alev alev yanan meşaleler vardı. Sete girdim ve bana ‘pekâlâ Paul, buradan inecek ve saldıracaksın, sonra onları çekip bağlayacaksın” dediler. Bir anda yüzlerce insane çığlık atmaya, bağırmaya başladı. Kılıçlar çarpışıyordu. Çok heyecan vericiydi. Gerçekçi görünmesi için özellikle ıslattıkları bir güvertede savaşıyorduk ve gerçekten de güverte çok kaygandı. Ama müthiş dublör ekibimizle o güvertede olmak inanılmaz bir deneyimdi. Çok çarpıcıydı diyebilirim!”

Gündüz yapılan kara çekimleri içinse film ekibi Whitecap Körfezi’ndeki efsanevi plajları seçti. Burada Kaptan Jack’e deniz kızlarının ve Karasakal’ın korsanlarının saldırdığı sahneler çekildi. Buradaki Halona Cove’da (Sonsuzluk Plajı olarak da bilinir) Burt Lancaster ve Deborah Kerr’in 1953 yapımı “İnsanlar Yaşadıkça” filmindeki meşhur sevişme sahnesi çekilmişti. Ana yoldan 20 dakika uzaklıkta da olsa Halona Cove’a ulaşmak oldukça zor çünkü plaja doğrudan inen bir yol yok. Ekipteki herkes aşağı inerken kayan kayalara dikkat etmek zorundaydı. Bu, özellikle ağır ekipmanlar taşıyan elemanlar açısından hiç kolay olmadı. Yakınlardaki Halona Lookout da Depp, Cruz, Rush ve diğer oyuncular ve ekip elemanları için benzer bir zorluk teşkil etti.

Yapım tasarımcısı John Myhre’nin Oahu’daki en büyük “yapıtı” kuzey kıyısındaki Turtle Bay Resort’taki atmosferik denizkızı havuzlarıydı. Otelde kalan hiçbir müşterinin geceleri Penélope Cruz, Ian McShane, Astrid Bergès-Frisbey, Sam Claflin’le yapılan çekimlerden haberi olmadı. John Myhre şöyle diyor: “Birçok orman sahnesi çekiyorduk. Yolculuğu göstermek için birçok farklı görüntü elde etmeliydik. Rob Marshall ormandaki yolculuğun, Karayip Korsanları eğlence oyuncağına benzemesi gerektiği konusunda çok doğru söyledi. Her seferinde yeni bir tabloyla karşılaşıyorsunuz.”

Adding to the mermaid pools’ eerie atmosphere were 13 chillingly realistic mermaid skeletons, created by makeup and makeup-effects department head Joel Harlow.

Denizkızı havuzlarının esrarengiz atmosferine ek olarak başında Joel Harlow’un bulunduğu makyaj ve makyaj efektleri departmanının yarattığı gerçekçi denizkızı iskeletleri kullanıldı.

Kraliçe Anne’in İntikamı

Jerry Bruckheimer anlatıyor: “Bir korsan gemisinde olmak çok heyecan vericiydi. Bence her çocuk korsan olmak ister. Bu filmlerde çalışarak hepimizin hayallerimizi yaşama fırsatımız oldu. Her ne kadar o korsan gemisi yüzen bir kâbus olsa da. Korkutucu derecede güzel, denizin zalim canavarı Kraliçe Anne’in İntikamı, Karasakal’ın aracı ve onun hayat ve ölüme dair karanlık vizyonunun bir uzantısı.

Yönetmen Rob Marshall şöyle diyor: “Kraliçe Anne’in İntikamı son derece şeytani bir araç – Karasakal’ın kurbanlarının kurukafalarından ve kemiklerinden yapılmış. Karasakal’ın yakında öleceği kehanetinde bulunulmuş. Dolayısıyla gemide bir lanet de söz konusu. Devasa bir korsan gemisiydi. Onda gitmek çok heyecan vericiydi.

Sahnelerinin çoğu gemide geçen oyuncu Stephen Graham şöyle diyor: “İnanılmaz ebatlardaydı. İşçilik de müthişti. Her yeri elle boyanmış, elle işlenmiş. Her gün Disneyland’de olmak gibi bir şeydi.”

John Myhre anlatıyor: “Bir korsan filminde çalışıp gemi tasarlamak müthiş bir şey. İkinci ve üçünce Karayip Korsanları filmlerinin yapım tasarımcısı Rick Heinrichs’in yeniden tasarladığı Siyah İnci’yi bize verdiler. Rick ve ekibi, artı gemi ustaları,  Siyah İnci’yi modern bir çelik geminin gövdesi etrafında inşa ettiler. Tamamen hareket ettirilebiliyordu. Siyah İnci, “Gizemli Denizlerde”nin hikâyesine uymadığı için Disney bizden gemiyi Kraliçe Anne’in İntikamı için üs olarak kullanmamızı istedi. Geminin üst kısmını kestik ve istediğimizi yaptık.”

Myhre birçok eski korsan filmi izlemiş ve savaşlarda bir geminin diğerinden kolaylıkla ayırt edilemediğini fark etmiş. O, Kraliçe Anne’in İntikamı’nın göze batmasını, denizlerdeki en güçlü gemi gibi görünmesini istemiş. Myhre şöyle diyor: “Gerçek Karasakal 20’den fazla gemi ele geçirmiş. En zarif ve büyük olanını kendi gemisi yaptığı düşüncesinden yola çıktım. İki katlı geminin gövdesini alıp 3,5 katlı bir gemi yaptık biz de.”

Kraliçe Anne’in İntikamı’na dönüştürülmeden once Siyah İnci 2400 deniz milini iki haftada katetti ve San Pedro, Kaliforniya, Barbers Point ve Oahu’ya gitti.  (Karayip Korsanları: Ölü Adamın Sandığı zamanında yapıldığından bu yana). Geminin kaptanı Kaptan Kiwi lakaplı usta denizci Glenn Hall’du ve emrinde 70 cesur tayfası vardı.

Kapolei’deki Fenike tersanesinde dört ay boyunca Greg Callas’ın inşaat ekibi, Bruce Ross’un deniz departmanıyla birlikte Siyah İnci’yi baştan yarattı. Callas şöyle diyor:  “Gemi, kuru havuzda beş yıl boyunca yattığı için bazı yerleri çürümüştü. Güvertenin büyük kısmını değiştirdik. Sonra da Los Angeles’tan Oahu’ya götürdük.”

Mhyre ve Amerika sanat yönetmeni süpervizörü Tomas Voth tarafından tadilatı ve tekrar tasarımı bittikten sonra Siyah İnci’nin eski hâlinden eser kalmadı. Tomas Voth şöyle diyor: “Üçüncü güvertede sudan 16 metre yukarıdaydık. Önü havaya kalkmasın diye tonlarca ağırlık koymak zorunda kaldık. Gemi şu an Siyah İnci’den 100 ton daha ağır.”

Karasakal’ın içerideki mabedine açılan kapının sağındaki ve solundaki kurukafa duvarı Kraliçe Anne’in İntikamı’ndan İngiltere’deki Pinewood Studios’a taşındı. Orada kabinin iç kısmı sesli stüdyoda inşa edildi.

John Mhyre şöyle diyor: “Kraliçe Anne’in İntikamı gibi bir şey tasarlamak filmlerde çalışmanın en sevdiğim yanı çünkü tam bir iş birliğinin sonucu. Gemi için bu güzel barok detayları çizmeye başladım. Gemiyi şık ve zarif göstermelerine çalıştım. Çizimleri Jerry Bruckheimer’a ve Rob Marshall’a gösterdik. Onlar da bayıldı. Jerry ilginç de bir şey söyledi: “Karasakal, Karayip Korsanları filmlerindeki en korkutucu korsan. En meşhur korsan bayrağı kurukafa ve çapraz kemikler olduğundan, geminin tasarımında kurukafa ve iskeletler kullanmalıyız.”

Aklıma Çek Cumhuriyeti’ndeki Kemikler Kilisesi Kostnice geldi. Gerçekten de kemiklerle tasarlanmış inanılmaz bir kilise orası. Omurgalardan süslemeler, kurukafalardan piramitler yapmışlar. “Vay canına” dedim. “Detaylı kalıplar kullanacağımıza Anne’in İntikamı’nda Karasakal’ın kurbanlarının kemiklerini kullansak ya?” Bizde kol-bacak kemiklerinin, dişlerin kalıbını çıkardık, kurukafalardan duvarlar yaptık. Çıkış fikrimiz Karasakal’ın kurbanlarını geminin kıç tarafında devasa bir fanusta kurbanlarını yaktığıydı.”

Kraliçe Anne’in İntikamı’nın gemi başı süsü, Karasakal’ın gerçek bayrağı olan, bir elinde şarap kadehi diğer elinde de mızrak tutan, sanki kurbanlarına kadeh kaldırır gibi görünen büyük bir boynuzlu iskeletti. Myhre anlatıyor: “Buna hep bayılmışımdır. Gemi başı süs için bunu düşündük ve benzer bir şey yapmaya karar verdik. Karasakal efsanelerinden biri de savaş anında sakalının içinde saklı olan fişekler attığıydı. Bu yüzden hep ateşli ve öfkeliydi. Bu fikri gemiye nakletmenin havalı olacağını düşündüm. Gemi korkutucu, şeytani, ateşli olacaktı. İskelet gemi başı süsünün göğüs kafesinden, gözlerinden ve kadehinden alev çıkıyor ve geminin tamamının etrafında bir duman halkası oluşturuyor. Arakdaki büyük fanus da içinden duman çıkarıyor.”

“Karasakal’ın geminin arkasında yer alan kamarasının arka tarafında devasa bir buzlu cam olmasının komik olacağını düşündük” diye ekliyor Myhre. “Dışarıdaki alev fenerinden cam aydınlanıyordu. Bana kalırsa kamaradaki atmosferi dışarıdan gelen ışık, cama vuran kızgın alevler yaratıyordu.

Karasakal’ın kamarasının iç kısmı daga sonra Pinewood Studios’un B sahnesinde inşa edildi. İçinde büyük bir kısmı kaplayan buzlu cam vardı. Myhre anlatıyor: “Seti giydirirken eğlendik çünkü bizim Karasakal imajımızın doğa üstü güçleri var. Dolayısıyla her yere büyü nesneleri ve tipik gemicilik çizelgeleriyle sefer ekipmanları koyabildik. Hem çok güçlü ve varlıklı, hem de işin büyü ve simya boyutu var.

Myhre, Karasakal’ın gerçek ve tarihi açıdan doğru “Kraliçe Anne’in İntikamı” gemi başı süsünü aldığı için, “Gizemli Denizlerde”ye yeni bir korsan bayrağı tasarımı gerekliydi. Bu da Heather Pollington’dan geldi. Bu flama, bir motorcu çetesi ceketinin arkasında hiç sırıtmazdı ve Karasakal’ın “motorcu korsan” konseptine de cuk oturuyordu kostüm tasarımcı Penny Rose’a gore.

Kraliçe Anne’in İntikamı birçok aksiyon ve doğaüstü kargaşa sahnelerinin mekânı olmakla kalmıyor aynı zamanda Kaptan Jack ve Angelica arasında geçen ay ışığında dansın ve aldatmacanın da mekânı oluyordu. Koreografisini sorumlu yapımcı John DeLuca’nın yaptığı dans, Scrum rolündeki Stephen Graham’in çaldığı mandolin eşliğinde (Graham yapım öncesi mandolin dersleri aldı) gerçekleşti.

DeLuca şöyle diyor: “Johnny inanılmaz biri ve karakterlerinde de tıpkı bir dansçı gibi. Penélope gerçek bir dansçı. Dansı ve hareket etmeyi çok seviyor. Dolayısıyla bu sahnede onlarla çalışmak son derece keyifliydi.”

Los Angeles’taki Whitecap Körfezi, Gerçek Denizkızları ve Gerçek Karayipler

Hawaii’nin ormanlık kıyılarını geride bırakan “Gizemli Denizlerde” ekibi Los Angeles’a gitti ve kıyıdan uzakta Long Beach’te birkaç gün çekim yaptı. Filmde, HMS “Surprise” – 1757 İngiliz gemisi HMS “Rose”un güzel bir taklidine – “Providence” de eklendi ve geminin esas yeri olan San Diego Deniz Müzesi’nin 193 kilometre yukarısında, Long Beach Kaliforniya’da çekim yapıldı.

Muazzam Whitecap Körfezi seti 104 metre uzunluğunda ve 7 metre derinliğindeydi. Tasarımını John Myhre yaptı ve Amerika inşaat süpervizörü Greg Callas ve ekibiyle birlikte Los Angeles’taki Universal Studios’un “Falls Lake” bölümünde ustalıkla inşa etti. Myhre şöyle diyor: “Whitecap Körfezi filmin üçüncü perdesinin başlangıcı. Gençlik Çeşmesi  yolculuğunun bir parçası. Denizkızlarının yüzyıllardır WhiteCap Körfezi’nde toplandğı biliniyor.

“Oradaki deniz sahneleri için çevre hâkimiyetimiz tam olmalıydı. Bu yüzden Falls Lake’e gittik. Orada bir dizi birbirine bağlı, içine ya da üstüne set kurabileceğiniz sonra da sel bastırabileceğiniz beton tanklar var. Deniz sahnelerini ancak böyle çekebilirdik. Oyuncuları ve dublörleri tehlikeye atamazdık.”

Rob Marshall ekliyor: “Karmaşık ve uzun bir süreçti. Tüm gece süren, bolca akrobasi hareketinin ve su altı çekimlerinin olduğu sekanslardı. Karakterlerimizin hepsinde dalgıç kıyafeti vardı ve oradan oraya fırlatılıyorlardı. Bu en karmaşık ve en zorlu sekanstı.”
Astrid Bergès-Frisbey’nin Syrena’sına ek olarak gerçek denizkızları da yedi muhteşem oyuncu/mankenlerle tamamlandı. (Buna Tamara’yı canlandıran Avustralyalı superstar Gemma Ward da dâhil). 22 senkronize yüzücü de vardı – bazıları 2008 Pekin Olimpiyatlarında yarışmış – Bunların organizasyon ve koreografisini Candace Hipp yaptı ve daha sonra hareket yakalayıcı teçhizatlarla görsel efekt koordinatörleri Charles Gibson ve Industrial Light & Magic’ten Ben Snow yardımıyla da filme aktarıldı.

Universal’da kurulan Whitecap Körfezi sularında gece vakti çok zaman geçirdikleri için denizle çevrili ortamlarda kendilerini daha rahat hissetmelerine faydası oldu. Ward şöyle diyor: “Avustralya’da çok küçük yaştan itibaren plaj etiğimi alırız. Okyanusta olmayı hep çok sevmişimdir. Bu filmde denizkızlarının bazı hareketleri için suda çok antrenman yaptık. Su altında hareket ediş tarzları insandan çok farklı. Bacaklarımız oynatmadan dalgalı hareketlerle hareket etmeyi öğrenmemiz gerekti. Moda ikonu da olsa Ward oyunculuk konusunda yeni sayılır. Whitecap Körfezi’nin setinin boyutu ve kapsamı aklını başından almış. Kendisi şöyle diyor: “Tanrım! İnanılmaz, Müthiş. Daha önce böyle bir şey görmemiştim.”

Senkronize yüzme koçu ve koreograf Candace Hipp şöyle diyor: “En büyük zorluk kızların istedikleri gibi kollarını kullanamamasıydı. Bu yüzden onlar da yüzmedeki en zor hareketlerden biri olan “yunus tekmesi”ni kullandılar. Zordur çünkü karın kaslarının kullanılması gerekir. Bu harekette yüzücüler bacakları kapalı hâlde mümkün olduğunca uzağa atlamaya çalışırlar. “Yumurta çırpıcı” denen bir hareket daha yapıyorlar: Suda bacaklarını döndürerek daire çiziyorlar.”

Devasa Falls Lake tankının ortasında küçük bir ahşap teknede bir arada kalan oyuncular, mecburi bir arkadaşlık kurdular. Sam Claflin şöyle diyor: “Etrafımız denizkızlarıyla sarılı olduğu için hiç de kötü bir şey olmadı bu ama tekne çok da rahat bir tekne değildi. Altı kişiydik ve üst üste dört gece o minik teknedeydik. Ama kendimizi gerçek korsanlar gibi hissetmeye başladık. Şarkılar söyledik, dalga geçtik, aralarda sohbetler ettik. Kendi eğlencemizi yarattık. Birbirimizi ve denizkızlarını tanımak çok güzeldi.”

“Gizemli Denizlerde”nin görsel efektleri, “Ölü Adamın Sandığı” ile Oscar alan Charles Gibson öncülüğünde, CIS Hollywood, Rising Sun, Method ve Hydraulx’un da katkılarıyla Industrial Light & Magic tarafından yapıldı.

Foto-gerçekçi denizkızları yaratmanın yanında, Gibson ve görsel efekt sanatçıları, 18’inci yüzyıl Londra’sı manzaralarından tutun da Hawaii’deki doğal ortamlara kadar her şeyde görev başındaydı. Ve tabii ki Kraliçe Anne’in intikamındaki isyan sahnesinde.

Siyah kıyafetli yüzücüleri korkutucu denizkızlarına dönüştürense, Gibson, görsel efekt yapımcısı David Conley ve ILM’den Ben Snow oldu. Gibson anlatıyor: “ILM’nin ‘Ölü Adamın Sandığı’nda ve “Dünyanın Sonu”nda Bill Nighy ve Davy Jones’la yaptıklarından dolayı canlı-aksiyon karakterlerinin performansına denk, sentetik karakterler yaratacağımızı biliyorduk.”

ILM’den Ben Snow ekliyor: “Senkronize yüzücülere ILM’nin takip kostümlerini giydirdik. Üstlerindeki işaretçiler sayesinde bilgisayarla yarattığımız denizkızlarıyla, senkronize yüzücüleri ve dublörleri kurgulayabildik. Yüzücüler gerçekten inanılmazdı. Vücutlarıyla suda domuzbalığı gibi hareketler yapabiliyorlardı. Yüzücülerin performanslarını, kostümlerindeki işaretçiler yardımıyla da kullanabildik. Birkaç kişi kameralarla çekim yaptı, onları da gerçek çekimler için RED kameralarla senkronize ettik. Bu sayede hareketleri takip edebildik çünkü çoklu açılar kullanabildik ve Rob Marshall’ın yönettiği ve daha sonra animasyon olarak tekrar oluşturduğu sahneleri alabildik. Denizkızları için ilginç bir tasarım ortaya çıkardık: Yarı yaratık yara güzel bir kadın. Uzun, deniz anası vari kolları sayesinde denizcilere vurup onları sürükleyebiliyorlardı. Teknik açıdan çok zor olsa da çok heyecan vericiydi.”

Charlie Gibson ve ekip, denizkızlarının çaresiz korsanları sürüklemesi için deniz yosunu filizleri yarattı. Gibson anlatıyor: “Dublör koordinatörü George Ruge, çarklı makinelerle adamlarını kaldırttı, biz de onları kuyruklarından tutup gerçek aksiyon ve görsel efekt harmanı yaratmak için doğru animasyonu oraya çıkarabildik.”

“Gizemli Denizlerde” ekibi Los Angeles’tan Puerto Rico’ya gitti ve Eski San Juan’da ve doğudaki kıyı şehri Fajardo’da çekim yaptı. Böylece gerçek Karayip’lere gitmiş oldular. İspanyol kalesinin dışı için en mükemmel alan, Eski San Juan’daki Castillo San Cristobal’dı. Bu, şehri kara saldırısından korumak için İspanya’nın yaptığı iki kaleden biriydi. İnşaasına 1634’te başlandı ve 1783’te bitti. Bu, filmin 18’inci yüzyıl ortası kurgusu için dönemsel olarak çok doğruydu.

Yapımcıları öyle kusursuz bir ıssız ada buldu ki kimse böyle bir şeyin var olduğuna inanamadı. Hatta Palominito adasında birkaç palmiye ağacının dışında, bolva kum vardı ve büyüleyici turkuaz bir okyanusla çevriliydi.

Londra’ya ve Zamanda Geriye

Bruckheimer şöyle diyor: “Gizemli Denizlerde”nin en heyecan verici özelliklerinden biri ilk kez olarak hikâyenin bir kısmı ormanlardan, okyanuslardan, Karayip’in kolonyal ileri karakollarından ziyade Londra’da geçiyor. Bu, filme bambaşka bir görüntü ve his katıyor.”

Londra dışındaki Pinewood Studios John Myhre, İngiltere sanat yönetmeni süpervizörü Gary Freeman ve sanat departmana setlerini inşa etmeleri için devasa bir alan sağlasa da, bölgenin tarihi binaları ve diğer yerleri de “Gizemli Denizlerde” yapımında kullanıldı. Filmin fiziksel dünyasını yaratmak için öyle çaba harcandı ki, İngiltere sanat departmanı altı sanat yönetmeni, beş tasarımcı, konsept, grafik ve storyboard sanatçısı kullandı. İnşaattan sorumlu amir Andy Evans’ın departmanında 62 marangoz, 29 boyacı, 71 alçıcı, 36 kablocu ve 14 heykeltıraş vardı. Beş farklı Pinewood sesli stüdyosunda, 007 stüdyosu dahil, Avrupa’nın en büyük tesisinde böyle yapım setlerinin inşa edilmesi şaşırtıcı değil.

Greenwich, İngiltere’deki Old Royal Naval College’da 17’nci yüzyılın sonlarıyla 18’inci yüzyıla ait tarihi binalar mevcut. Filmin üç haftalık çekimlerinde dış plan mekânı oldu. Filmde, Old Bailey mahkemesinin önündeki bina aslında Sör Christopher Wren’in Painted Hall’u. Parasının bir kısmı, Thames’ın karşısındaki Blackwall’daki komplekste İdam Havuzu’nda asılan Kaptan Kidd’in ganimetine el koyan kraliyet tarafından karşılanmıştı.

Çekimler sırasında devasa bir mavi ekran kuruldu. Üstünde Wren’in St. Paul’s Katedrali’nin resmi vardı. Bir de Charles Gibson’ın görsel efekt departmanındaki ressamların boyadığı bayrak direkleri. John Myhre anlatıyor: “Lomdra’nın göbeğinde harika bir açılış yapmalıydık. Bu yüzden figüranlar, at arabaları ve atlar için Old Rayal Naval College’ın daha alçak binalarını kullandık. Ama birinci seviyenin üstündeki her şey görsel efektler aracılığıyla çizildi.” Buna Painted Hall’un rüzgâr fırıldağını, dijital olarak adalet heykelciğiyle değiştirilmesi de dâhil. Heykelcik Old Bailey’nin tepesinde bir elinde kılıç, bir elinde terazi tutuyor. Wren’in Painted Hall’unun içinde, Kaptan Jack’in kraliyet muhafızları tarafından St. James Palace’ın girişinde sürüklendiği sahne çekildi.

Old Royal Naval College’ın büyük bir alanı da, St. Peter ve St. Paul Şapellerinin dışı, Grand Square, Queen Mary Mahkemesi ve Greenwich Üniversitesi ve Trinity College of Music’e ev sahipliği yapan alan da buna dahil, filmin heyecan verici at arabası kovalamacası sahnesi için de kullanıldı. Modern kaldırımlar tamamen matlaştırıldı, bolca gerçekçi çamur vardı, 500’den fazla kostümlü figüran, 25 dönem at arabası (yüzde 85’i taklit değil gerçekti) 50 at da mevcuttu. Jerry Bruckheimer ve Rob Marshall’la beraber birçok ekip elemanının üstü başı çok pislendi. Trinity College da heyecan verici sahnelere caz ve 12 ton müzikleriyle eşlik etti.

Greenwich’teki çekimlerde, o günün uluslararası gece haberlerine çıkan beklenmedik bir olay oldu. Old Royal Naval College’daki çekimler sırasında 9 yaşındaki Meridian İlkokulu (çekim mekânına çok yakındı) öğrencisi Beatrice Delap Johnny Depp’e bir mektup yolladı:

“Kaptan Jack Sparrow, Meridian ilkokulunda bir grup yeni korsanız ve öğretmenlere karşı isyan çıkarmakta biraz zorlanıyoruz. Gelip bize yardım ederseniz çok seviniriz.
9 yaşındaki yeni yetme korsan Beatrice Delap.”

Yaklaşık bir hafta sonra Beatrice ve sınıf arkadaşları oditoryuma çağrıldı. Öğrenciler oyun bahçesinde olan bitenler yüzünden azar yiyeceklerini düşünüyorlardı. Onun yerine sadece müdüre haber verilerek, içeri Kaptan Jack kılığında Johnny Depp girdi. Yanında Oscar ödüllü makyör Joel Harlow’la birlikte başka ekip elemanları da vardı. 15 dakika boyunca çocuklar ve öğrenciler ikonik karakter ve onun yaratıcısının varlığından büyülenmiş bir halde onların konuştuklarını, şarkı söylemelerini ve dans etmelerini izlediler.
“Gizemli Denizlerde”de St. James Palace’ın hem içini hem dışını baştan yaratıldı. Kaptan Jack’in Kraliyet Muhafızlarınca sürpriz bir şekilde Hampton Court Palace’ta tutuklanma sahnesi ve Painted Hall’un iç kısmında da Kral II. George’un askerleri tarafından sürüklenerek dışarı çıkarılma sahnesi çekildi. Kralının yemek odası, Pinewood Studios’daki R Sahnesi’nde müthiş bir set tasarımıydı.

John Myhre şöyle diyor: “Bu, inanılmaz bir aksiyon sahnesi hâline geldi ama bunun için çevreye tamamen hakim olmak gerekiyordu. Kaptan Jack avizelerden sarkıp 18’inci yüzyıl pencerelerinden sandalye fırlatacaksa, bunu inşa etmek gerekiyor.”

St. James’teki yemek salonu sekansı, görüntü yönetmeni Dariusz Wolski tarafından mumlarla titizlikle ışıklandırıldı. Gerçekçi makyaj yapılıp pudralı peruklar kullanıldı. Oscar ödüllü Peter King’in başında bulunduğu saç departmanı birkaç yüz tane peruk hazırladı. Kralı ve danışmanlarını giydirdi. Richard Griffiths’in iki yanındaki muhteşem Shakespeare oyuncuları Roger Allam ve Anton Lesser’ın bulunduğu sahneler, Stanley Kubrick’in “Barry Lyndon”ını gerçeklik ve detay açısından hiç aratmıyor.

1750 yılı civarlarındaki Old Bailey mahkemesinde de asillerin tabloları, duvar süslemeleri vardı. Set dekoratörü Gordon Sim ve İngiltere aksesuar sorumlusu Ty Teiger’ın departmanları gereken tüy kalemleri, parşömenleri ve döneme ait hukuk kitaplarını yerleştirdi. Penny Rose’un kostümleriyle ve saç tasarımcı Peter King’in pudralı peruklarıyla birlikte set, gerçek bir dava görmeye hazır gibiydi.Pinewood’daki 007 Sahnesinin hemen arkasında, 18’inci yüzyıl ortalarındaki Londra’nın tersane caddesi yaratıldı. Caddenin mimarisi Tudor’lardan Elizabeth dönemine kadar birkaç dönemi yansıtıyor. Yare keresteden taşa, ahşap yapılara kadar her şey çok detaylıydı. Myhre şöyle diyor: “İngiltere’de işinin ustası çok insane var. Onların mirası bu. Onlar bu dünyada yaşamış. Dolayısıyla sanat departmanındaki herkes bu detay ve fikirlerden heyecan duymuştu. Cadde, ahşap ve alçıdan yapılmıştı ama döneme ait çok güzel eski kirişler bulup onların kalıbını çıkardılar ve setin temelini bunlar üzerine kurdular.”

Captain’s Daughter Barı’nın dış girişi setin dışında bulunuyor. Johnny Depp ve Keith Richards kapıdan girdikleri an aslında Pinewood’daki E Sahnesi’ne girmiş oluyorlar. Mum ışıklarıyla aydınlatıldığında ve içerisi Kaptan Jack, Kaptan Teague ve onların muadili denizcilerle dolduğunda set, çok gerçekçi bir hâl aldı.

Captain’s Daughter’ın bu karanlık, ahşap  deposu – küçük barın kendisinden çok daha büyük – iki Kaptan Jack arasındaki aksiyon dolu kılıç dövüşü sahnesine ev sahipliği eden eğlence dolu bir mekân oldu. Daha sonra da İngiliz Kraliyet Muhafızları Jack’i oradan çıkardı.

Kaptan Jack ve Barbossa’nın Gençlik Çeşmesi ayini için gereken kupaları almak için tahterevalli oynadıkarı sahne için bir başka gösterişli set daha Myhre tarafından yapıldı ve Pinewood’da inşa edildi. Disneyland’deki Karayip Korsanları oyuncağına en açık gönderme de bu settir. Bunun sebebi de Rob Marshall’ın “Gizemli Denizlerde”nin çekimlerinden once oyuncağı araştırmasıdır. Bir iskeletin elinde büyüteçle bir haritaya baktığı “Kaptan’ın İkamgetgahı” olarak bilinen tablonun hazineyle çevrili olduğunu görüyor.

Bir kez daha set dekoratörü Gordon Sim ve departmanı mobilyaları, korsan ganimetlerini, çembaloyu, kumaşları ve tüm teçhizatları baştan yaptı.

Elbette Myhre’nin en önemli eseri, devasa Gençlik Çeşmesi setiydi. Gençlik Çeşmesinin son konsepti, Kauai’deki Waikapala’e’de geçiklen mağara girişiyle beraber, Myhre ve sanat ekibi tarafından tasarlandı ve Andy Evans’ın inşaat departmanı tarafından da Pinewood Studios’daki meşhur Albert R. Broccoli 007 Sahnesinde, Avrupa’nın en büyük tesisinde, harikulade bir şekilde hayata geçirildi. Myhre’nin vizyonunu ancak  5500 kilometre karelik bir sahne hayata geçirebilirdi. Setin inşaası 3 ay sürdü.

İngiltere özel efekt süpervizörü Neil Corbould, Gençlik Çeşmesini 6000 metreküp suyla dolu tutmak zorundaydı. Oyuncular, figüranlar ve içinde çalışan dublörler açısından suyun temiz olması için de üç saatte bir çevrilmesi gerekiyordu. Setin arkasında içinde pompaları olan ayrı bir tank arkaplanda bir şelale görünümü yarattı. İki ton kuru buz, birkaç bin adet eğrelti out ve asmalı bitkiler, set giydirmesi için getirildi.

İngiltere’deki diğer dış mekânların çekimleri Sevenoaks’taki tarihi Knole House ve Kent’teki Canterbury başpiskoposunun yaptırdığı sıra dışı 15’inci yüzyıl malikanesinde ve 1604’ten bu yana Sackville ailesine ait olan evde yapıldı.

KARAKTERLERİN GÖRÜNÜMÜ

Kaptan Jack Sparrow, Angelica, Hector Barbossa, Blackbeard, Gibbs, Philip, Syrena ve “Gizemli Denizlerde”ki yaklaşık binlerce başka karakter öncelikle onu canlandıran oyuncunun sinerjisini, sonra da makyajından kostümüne, aksesuarına her şeyiyle ilgilenen yapımcıları ve çalışanları temsil ediyor.
Penny Rose, dördüncü sefer “Gizemli Denizlerde”nin yalnızca baş karakterini değil tüm yardımcı oyuncuları da giydirme görevini üstlendi. Bruckheimer anlatıyor: “Şeytan ayrıntıda saklıdır. Penny hem resmin geneline, hem de küçük unsurlara çok önem veriyor. Alanında onun kadar uzman biri yok.”

Yaratıcı bir fırtına olan, İngiltere doğumlu, birçok dil bilen Rose ve çalışma arkadaşları (başta kostüm tasarımcı John Norter ve kostüm tasarım asistanı Margie Fortune olmak üzere) dokumadık detay bırakmadı. Rose şöyle diyor: “Hâlihazırda üç filmi yaptığınız için belli bir aşinalık oluyor ve dördüncüyü keyifle yapıyorsunuz. Gerçi yeni eklediğimiz şeyler de oldu.”

Bir korsan filminde, birçok akrobasi hareketinin yanı sıra sürekli olarak suyla haşır neşir olduğunduğu için kostüm üretimi had safhaya çıkıyor. Rose, sırf figüranlar için Roma’da 700 kostüm yaptı. Ayakkabı ve şapkacılar da İtalya’daydı.

Rose anlatıyor: “İki korsan aynı kumaşlar içinde, aynı ceketle ya da aynı renkte bir şeyle yan yana duramaz. Bizde Floransa’ya gidip 1700 farklı kumaş aldık. Düğmelerimiz Paris’teki komik küçük bir dükkândan geldi. Sanırım bir sabah içinde 4800 düğme seçtik çünkü kimsenin düğmesi kimseninkine benzesin istemedim. Dökümhanesi olan çok akıllı biri kemer tokalarımızı yaptı. Çok güzel deri aksesuarlar da yaptığı için bazı kemer ve kılıç kayışlarımızı da o yaptı. Korsan kuşaklarının çoğu ince, Madras tarzı Hint pamuğundan yapıldı. Boya dükkanımız vardı ve dönem içerisinde gerçek dursun diye sebze ve meyveleri de boyadık. Sonra birçok parçayı birkaç taşla birlikte kırıp uygun bir hale getirmek için çimento karıştırıcısına attık. Görüntülerini iyice bozmak için peynir rendeleri bile kullandık. Hayatımızı kostümleri parçalayarak kazanıyoruz.”

Rose devam ediyor: “Ama kostümler kesinlikle gerçek. Modern ıvır zıvırları yok. Bu kostümlerde fermuar ya da cırt cırt bulamazsınız.”

Johnny Depp’in de dediği gibi “Kaptan Jack kendini uzun zaman önce bulduğu” için karakterin yeni ikonik görünümünde oynayacak çok az şey vardı. Evet, rastaları uzamış, kimi beyazlamış, kimi Karayip güneşinde açılmış. Ve evet, bir ara sol yanağındaki “x” yarasını almış, içinde siyah inci bulunan bir altın dişi olmuş (eskisi artık bandanasından sarkıyor). Ama “Siyah İnci’nin Laneti”ndeki temel görüntüden şaşılmadı.

Penny Rose anlatıyor: “Artık Cadılar Bayramı’nda çocukların giydiği kostümleri yaratmanın özel bir yanı var. Ama kendime pay çıkaramam değil mi? Yani herkesin aklını başından alan Bay Depp’in Kaptan Jack tiplemesi. Gerçi Kaptan Jack’e yeni bir mavi yelek giydirdik. Yeleğin biraz sıkıcı olduğunu düşündük. Belki Jack süreç esnasında bir şey çalmıştır ve şimdi güzel bir ipek yeleği vardır. Kaptan Jack’in 80 tane bandanası var, çünkü elimizde kalmamasını istemeyiz.

Rose devam ediyor: “Angelica’yı canlandıran Penélope Cruz için aklımda onun romantik bir eşkıya korsan olması fikri vardı. Ben de kadına uyacak bir erkek ceketi yaptım. Pantolon ve bacağını kaplayan botlar ekledim. Bunlar çok seksi. Penélope’nin vücut yapısını öne çıkarmak istediğim için deri bir korse giydirdim. Böylece vücudunun üst kısmı ortaya çıktı. Ayrıca harika bir kuş tüylü şapka taktık. Karakteri için mükemmel oldu.”

Ian McShane’in Karasakal’ı için, hakiki Karasakal’a dair tarihi dokümanlar bol olsa da, filmdeki yaratıcı ressamlar ona has bir tip yarattı. Rose şöyle diyor: “Karasakal’ın her şeyini biliyorduk. Çok görkemli değildi, çok göze batmıyordu ama filmde onun da çok ihtişamlı olmasını istedik.”

“Bir sabah uyanıp ‘Aman Tanrım, rolü Ian McShane’e verirlerse, onun motorcu olması lazım” dedim. Herkes bu fikre atladı. Tek kötü yanı zavallı Bay McShane’e iki ay boyunca Hawaii’de deri giyeceğini söylememdi. Ama o profesyonel olduğu için bunu seve seve kabul etti. Deneyimli bir oyuncu olduğu için harika bir görüntüye sahip olmak için acı çekmeye değeceğini anlıyor. Ian’ı Hells Angel çetesi üyesi motorcu bir korsana benzettik. Ona taşlanmış deriler giydirdik. Ian, onların içinde çok kötü görünüyor ama çok da yakışıklı ve dikkat çekici.”

McShane’in makyörü Kenny Myers, Karasakal’a esas şeytani ifadeyi veren uzun sakalını tamamlayınca daha da kötü göründü.

“Karayip Korsanları” filmlerindeki bir diğer karakter “Gizemli Denizlerde” de oldukça büyük bir değişim geçiriyor. O da Hector Barbossa. Geoffrey Rush şöyle diyor: “Penny Rose’un kostüm tasarımı daha once canlandırdığım karakterlerden çok farklı bir silüet ve şekil kazandırdı. Yalnızca kostümlerin tarihi tabiatıyla değil, Penny onlara öyle bir kibir kattı ki, her şey tamam olduğunda diğer filmlerde canlandırdığımdan farklı bir seviyede oyun çıkarmam gerekti.”

Rose şöyle diyor: “Bu filmde Barbossa, devlet izniyle çalışan bir korsan oldu. Bu yüzden Geoffrey’ye amiral üniforması giydirdik. Kral için çalışacağı için önceki filmlerdeki korsan tipinden farklı bir tip oluşturduk.”

Rush, Barbossa’da daha da büyük bir değişimle başa çıkmak zorunda kaldı: Eskiden gerçek bir bacağı varken şimdi tahta bacağı vardı. Oyuncu şöyle diyor: “18’inci yüzyılda insanı sarhoş edip, bacağınızı kesiyor, yerine piyanonun ya da başka bir şeyin bir ahşap parçası takıyordu. Eski günlerde, ‘Define Adası’ oyuncularından John Long Silver’ı canlandıran Robert Newton gibi bir aktör sırtına sarılmış bacaklarla çekimlerde yer alırdı ve arkasından çıkan bacakları kimsenin görmemesi için uğraşırdı. Ama senaryonun doğası itibarıyla yapmam gereken hareketleri, arkama öyle bacaklar sarılıyken yapamazdım.

“Biz de daha etkili ve pratik bir çözüm bulduk: Üstünde işaretçiler olan mavi çorap giyecek, daha sonra dijital olarak bunları değiştirecektik. Barbossa’nın bir egeli olması hoşuma gitti çünkü bu onu fiziksel olarak daha öfkeli, daha güçlü ve karakter olarak daha dirençli yapıyor.”

Makyaj departmanının başında bulunan Oscar ödüllü Joel Harlow ve ekibi, Karasakal’ın esrarengiz zombie tayfasını yaratmaktan sorumluydu. Harlow şöyle diyor: “Miles Teves adlı bir konsept illustrator birkaç çizim yaptı. Biz de bunları üç boyutluya çevirdik.”

“Fikir şuydu: Zombilerde kas ve et olmayacaktı. Yosun, taş ve lif olacaktı. Kansız olacaklardı. Bizi insan yapan şeyler onlarda olmayacaktı. Her yerleri dikiş içinde olacaktı.

“Santeria sembollerini, klasik zombie filmlerini, vodoo’yu, çekik kafaları çok araştırdık. Çekimlerden önce Los Angeles’ta bir deneme yaptık, bunu Jerry ve Rob’a yollayıp düşüncelerini aldık.

“Daha sonra Kauai’deki çekimler başlamadan hemen önce Jerry ve Rob’un önüne 14 tane zombi dizdik. Onlar da gerekli değişiklikleri yaptı. Her çalışma gününde, zombilerin her birinin makyajı ortalama 3,5 saat alıyordu.”

ÜÇÜNCÜ BOYUTTA KORSANLAR

Jerry Bruckheimer anlatıyor: “’Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde’yi 3D olarak ancak filmi 3D olarak çekersek çıkarabilirdik. Bu, Rob Marshall ve benim için çok önemliydi çünkü bizim yapmak istediğimiz seyirciye çok net bir 3D deneyimi yaşatmaktı. Onları aksiyona çekmekti, gözbebeklerine zarar vermek değildi. Bu film de, 3D çekilebilecek en büyük filmlerden biri. Üstelik yeşil ekranda ya da sesli stüdyolarda değilde, dış mekânlarda çekilecekti. Bu filmde sahiden de ormanlarda, plajlarda ve 18’inci yüzyıl Londra’sı sokaklarındayız.

Bruckheimer devam ediyor: “Bir yerine iki kamera olunca daha başka bir tecrübe oluyor. Daha çok vakit ve para demek bu. Ama dijital 3D çekim yapmak filme gerçek bir boyut ve büyüklük katıyor.”

Marshall ekliyor: “Kendimizi öncü gibi hissettik çünkü böyle ıssız mekânlarda 3D kamerayla nadiren film çekilir. Biz bu hassas kameraları alıp orman, plaj, mağara ve gemi gibi mekânlara götürdük. Çok zorluydu. Süreç esnasında çok şey keşfettik.”

3D çekim yapmak, görüntü yönetmeni Dariusz Wolski için de büyük zorluklar yaşadı. (Wolski, önceki üç filmde 2D 35 mm çekim yaptı. Bruckheimer’la geçmişi ‘Denizde İsyan’a kadar dayanıyor). Wolski anlatıyor: “Jerry, Gizemli Denizlerde’yi 3 boyutlu çekeceğiz dediğinde beni zor soktu. Yeni sayılan bir teknolojiydi ve ‘Avatar’ gibi diğer büyük macera filmleri önceden bilgisayarda yapılmıştı. Kimse baştan sona bir film yapmamıştı. Özellikle de dış mekânda 3 boyutlu olarak. Hele ki gizemli mekânlar, büyük gemiler, ormanlar, plajlar ve doğal ortamlar gerektiren ‘Gizemli Denizlerde’ gibi bir filmde.

“Çok hırslı ama korkutucuydu da çünkü herkes 3D filmler yapmak istiyordu ama kimse henüz tam olarak nasıl olduğunu çözememişti. İki RED kamerayı birbirine bağlayarak çekim yaptık. Her şey elektronik olarak koordine edilmeliydi. Bu yüzden sette sayısız kablo ve bilgisayar vardı. Çekim sırasında görüntüleri analiz etmek için kullandığımız bir de 3D monitörümüz vardı.”

Son derece gelişmiş RED kameraları sayesinde Wolski çekimler sırasında tarihi detaylara ve ışıklandırmaya da dikkat edebildi. Wolski ekliyor: “18’inci yüzyıl tablolarında görüldüğü üzere mum ve doğal ışık kullanarak döneme sadık kalmaya çalıştık.”

“Gizemli Denizlerde”ki 3D’nin ustalıkla kullanımı üzerine stereoskop Dave Drzewiecki şöyle diyor: “İnsanların gözüne mızrak saplayabilir, objektife su atabilirsiniz ama bu filmin konusu bu değil. Aslında 3D deneyiminin çok sarmal ve birçok açıdan ustaca kullanılıyor. Derinliğiyse daha da büyük.”

EYLEM ÇAĞRISI!

Jerry Bruckheimer, dublör koordinatörü/departman amiri ve daha ömce ilk üç “Karayip Korsanları” filmleriyle, “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesi ve “Büyük Hazine” filmlerinde de görev alan George Marshall Ruge için “kimse ondan daha iyi aksiyon yaratamaz” diyor.

“Fazlasıyla karakter odaklı olan bu filmin başını Kaptan Jack olarak Johnny çekiyor. O karakter için aksiyon tasarlamaktan çok rahatım. Onu ailemden biri gibi tanıyorum sanki. Yeni karakterlerimiz de vardı. Onlara hakim olmam ve bu karakterizasyonları hikâyeye uyacak şekilde harmanlamamız çok önemliydi.”

Ruge ve dublör deparmanındaki iş birlikçileri, ki buna dublör koordinatörü yardımcısı Daniel Barringer da dahil, kılıç ustası (ve dublör) Thomas Dupont, İngiltere dublör koordinatörü Greg Powell ve Kurt Lott, yerçekimi kanunlarına karşı gelen hareketler hazırladılar. Bunların içinde Kaptan Jack’in Kauai’deki ormanlık alanda bulunan bir tepeden 7,5 metreden atlayışı var, Whitecap Körfezi sahnesinde patlayan bir deniz fenerinden kaçış sahnesi var, Captain Daughter barının deposunda incelikle koreograflanmış kılıç dövüşü sahnesi var, Londra sokaklarında heyecan verici ar arabasıyla kovalamaca sahnesi var, Kraliçe Anne’in İntikamı’nın hayata dönme sahnesi var, denizkızı saldırısı sekansı, Gençlik Çeşmesindeki heyecanın doruğa ulaştığı sahne var (Ruge bu sahne için dublör ekibiyle Mart’ta provalara başladı ama Ekim’e kadar çekim yapılmadı). İngiltere’deki çekimler için Ruge ve Powell en az 100 dublör olması gerektiğinde ısrar etti.

Başroldeki oyuncular rollerinin gerektiği fiziki güçten memnun kaldı. Depp anlatıyor: “Bütün kahramanlarım sessiz film oyuncularıydı. Onların kelime kullanma lüksü yoktu.”

Penélope Cruz şöyle diyor: “Çekimler başlamadan once George ve ekibiyle Los Angeles’ta iki ay çalıştım. Bana korkumu atıp 100’de 100 tetikte olmayı öğrettiler.”

George Ruge’sa şöyle diyor: “Karayip Korsanları’na hayatımın yedi yılını verdim, dolayısıyla onu sakınıyorum. Bir şeye bu kadar vakit ayırınca, unutulmaz olmasını istiyorsunuz.”

HER ŞEY BİTTİKTEN SONRA

Çekimlerin 106 günlük birinci ekip günleri 18 Kasım 2010’da tamamlandığında, 2011 Mayıs’ın ortalarında ve sonlarındaki dünya gösteriminden altı ay once filmi tamamlamak, Jerry Bruckheimer, Rob Marshall, John DeLuca, yardımcı yapımcı/post-prodüksiyon maestrosu Pat Sandston, kurgucular, ses ve görsel efekt sanatçılarına ve besteci Hans Zimmer’a kalmıştı.

Zimmer, hâlihazırda Kaptan Jack’e ve “Karayip Korsanları” galerisine önceki üç filmde yarattığı orkestral müziklerle karakterlere ayırt edeci fonlar yapmıştı. Bu müzikler büyük Hollywood gelenekselliğiyle, yenilikçi, hayali ve maceracı bir çizgi arasında durmayı başardı.

Önceki filmlerde Kaptan Jack, Barbossa, Will, Elizabeth ve Davy Jones için ana motifler yaratan Zimmer anlatıyor: “Müzik yazmayı ve yeni temalar bulmayı çok seviyorum. Gitgide zorlaşıyor çünkü stil ilkinde çok çabuk oturmuştu. Sonrasında yeni karakterler geldiğinde onları da müzikal bir açıdan tanımlamamız gerekti. İnsanın aklına sürekli yeni fikirler geliyor.”

“Her filme özerkmiş gibi davranmaya çalışıyorsunuz ama aynı zamandı eski dostalara tekrar uğramanın da keyfi başkaç Şimdi İspanyol Penélope Cruz, Angelica’yı canlandırıyor. Bu yüzden film müziğinde Latin ezgileri olabileceğini düşündüm. Ben, Meksikalı guitarist Rodrigo y Gabriela’nın hayranıyım. Gelip bizimle çalmak isterler mi diye sordum. Filmin müzikal dünyasında bizlere katıldıklarından bu yana çok iyi vakit geçiriyoruz.

Film müziği bestecisi olduğu zamanlar boyunca dünya müziği öğrencisi Zimmer, Afrika’dan tutun da Asya’ya kadar birçok etnik sesler kullandı. (“A World Apart, “The Power of One”, Disney’den “Aslan Kral”, Jerry Bruckheimer’dan “Kara Şahin Düştü, “Black Rain”, “Son Samuray”, “Kung Fu Panda”). Kariyerine The Buggles’da rock müzisyeni olarak başlayan Zimmer, o dünyayla da bağlantısını koparmadı. Zimmer lşöyle diyor: “Karayip Korsanlarını rock’n’roll şarkılarına benzetiyorum çünkü aslında korsanlar, geçmişin rock’n’roll’cularıdır. Rodrigo y Gabriela, flanmenko gitaristleri ama metal müzik geçmişleri var. Rock’n’roll dünyasında da yerleri var. Bu yüzden birbirimiz için biçilmiş kaftandık.”

Meksikalı ikiliden Gabriela şöyle diyor: “Bu çok heyecan verici çünkü bir film için harika bir besteciden aldığımız ilk resmi davetti. Bizim genel olarak yaptığımız işten biraz farklı bu. Bir anda sıfırdan müzik yapmaya başladık burada. Çok zorlu ve ilham verici.”

Sonuçta, Bruckheimer’ın da dediği gibi “Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde”nin en iyi tarafı oyuncular ve ekip arasındaki ilişkiler oldu. Johnny döndü, Geoffrey ve Kevin döndü, Rob’la, John’la [DeLuca], Penélope’yle, Ian’la, Sam’le, Astrid’le kurulan yeni dostluklar var. İşin eğlenceli yanı yeni dostlar edinip, onlarla konuşmak.

Yönetmen Rob Marshall özetliyor: “Beyazperdede de dışarıda da büyük bir macera oldu. Bu filmin çekildiği her an, ister Hawaii’de ister Londra’da olsun, herkes benzersiz bir tecrübe yaşadı bence.

Bir yanıt yazın