“LEAP YEAR – AŞKA YOLCULUK”
26 Mart 2010’da Sinemalarda
Bir 29 Şubat filmi
5. yüzyıldan kalma bir İrlanda efsanesinde erkek arkadaşlarına bir türlü evlilik teklif edemeyen kadınların o çok özel soruyu sormak için özlemle beklediği çok özel bir günden söz edilir. Sevdiğiniz erkeğin resmen nişanlınız olmasını mı istiyorsunuz? Önünüzde sadece 24 saat vardır. O da her dört yılda bir gelir ve 29 Şubat’ın ta kendisidir. Parmağında o çok özel yüzük olmayan ve kendi kaderini avucunun içine almaya hazır hisseden her kadının yapması gereken tek şey, Artık Yıl’ın çok özel günü olan 29 Şubat’ın gelmesini beklemektir.
Başrollerinde iki kez Oscar adayı oyuncu Amy Adams (“Enchanted”, “Doubt”, “Julie & Julia”) ile İngiliz aktör Matthew Goode”un (“Watchmen, Match Point”) oynadığı romantik komedi “Leap Year”da sevdiği erkekle evlenmeye kesin kararlı olan ama kaderin cilvesi sonucu başka bir erkekle tanışan genç bir kadının öyküsü anlatılır.
İlişkisinde evlilik teklifi almadan dördüncü yılını dolduran Anna Brady (Amy Adams), artık bu işi çözmeye kesin kararlıdır. Kadınların erkeklere 29 Şubat tarihinde evlilik teklifi yapmasına izin veren eski bir İrlanda geleneğini keşfeden Anna, Boston’dan Dublin’e giden kardiolog erkek arkadaşı Jeremy’nin (Adam Scott) izini
sürmeye karar verir. 29 Şubat gününde evlilik teklifi yapması fikrini ise serseri ruhlu ama iyiniyetli babası Jack (John Lithgow) gündeme getirmiştir. Babasının dediğine bakılırsa herşey basit ve kolay olacaktır.
Ancak kötü hava koşulları ve şanssızlık İrlanda’da da yakasını bırakmaz. Hiç beklemediği bir anda kendisini İrlanda’nın öbür ucunda bulan Anna, başkent Dublin’e ulaşabilmek için kaygısız ama ters mizaçlı aşçı Declan’ın (Matthew Goode) yardımına başvurmak zorundadır. İrlanda’nın ünlü Cennet Adası’nda sürekli didişme halinde olan Anna ile Declan, çok önemli bir gerçeğin farkına varacaklardır: Çıktığınız yol sizi hiç beklenmeyen yerlere götürebilir.
Universal Pictures’ın sunduğu romantik komedi “Leap Year”ın yönetmenliğini “Shopgirl” ve “Hilary and Jackie”den tanıdığımız Anand Tucker üstlendi. Yapımcılığını Gary Barber (27 Dresses), Roger Birnbaum (Four Christmases, The Pacifier), Jonathan Glickman (Rush Hour, The Count of Monte Cristo) ve Jake Weiner’ın (A History of Violence, Just Friends) gerçekleştirdiği filmin senaryosunu Deborah Kaplan ile Harry Elfont (Made of Honor, Surviving Christmas) birlikte yazdılar. Başrollerinde Amy Adams, Matthew Goode, Adam Scott ve John Lithgow) oynadı.
PRODÜKSİYON NOTLARI
Sürpriz Evlilik Teklifi: “Leap Year” Başlıyor
Senaryo yazarları Deborah Kaplan ile Harry Elfont, komedi alanında 10 yılı aşkın zamandır devam eden ortak çalışmalarıyla tanınırlar. “Leap Year” sayesinde en yeni projelerinin konseptinin çok kısa sürede gündeme geldiğini ikisi de kabul ediyorlar.
Deborah Kaplan bu projenin nasıl gündeme geldiğini şöyle anlatıyor: “Bir 29 şubat günüydü. İnternette bir haber sitesinde gezinirken ‘İrlandalı kadınlar 29 Şubat’ta evlilik teklifi yapar’ şeklinde bir başlık gördüm. Hemen Harry’i arayıp, ‘Bundan iyi bir film çıkar mı?’ diye sordum. Üzerinde çalıştığımız bütün işlerimizi bir kenara bırakıp bu konuya odaklandık. İki haftaya kalmadan öykünün ana hatları ortaya çıkmıştı. Sonraki iki hafta içerisinde projeyi Spyglass Entertainment’a sattık.
Ardından hızla senaryoyu yazdık. Amy Adams oynamayı kabul etti. Kısacası herşey adeta ışık hızıyla gelişti.”
Her iki senaryo yazarı da, izini sürdükleri 29 Şubat hikayeleri karşısında büyülendiler. Gerçeği kimi zaman kurgudan bile daha tuhaf olduğunu ikisi de biliyor; bir romantik komedi için ideal çıkış noktasını bulduklarını hissediyorlardı.
Deborah Kaplan’ın bu konudaki yorumu şöyle: “Öyle senaryolar vardır ki, zorlama bir önermeden yola çıktığını hemen anlarsınız. Ancak bu önerme bize sade ama inandırıcı bir hikaye anlatma özgürlüğü verdi. Burada erkek arkadaşına evlilik teklifi yapmaya hazırlanan bir kızın öyküsü vardır. Evlilik teklifini 29 Şubat’ta yapabilmek için tam o tarihte yabancısı olduğu bir ülkeye varmak zorundadır. Bundan sonrasında onun
yolculuğunu izleriz. Elimizde belirli bir çerçeve olduğu ve nereye varmak istediğimizi çok iyi bildiğimiz için derinliğine indik ve Anna rolünde oynayacak kadın oyuncu için oldukça karmaşık bir rol yarattık.”
Hikayenin odak noktasında Anna karakteri vardır. Zor beğenen Boston’lu bir genç kızdır. Hayatını hep yüreği yerine aklının sesini dinleyerek geçirmiştir. Son dört yıldan beri genç bir kardiyolog ile çıkmaktadır. Artık bir evlilik teklifi yapmaya hazırlanırken hayatındaki herşey mükemmeldir.
Senaryo yazarı Harry Elfont’ın bu karakterle ilgili yorumu şöyle: “Anna’nın dağınık ve sorumsuz yaşam süren bir babası vardır. Bu yüzden Anna küçük yaşlardan itibaren olgunlaşmak zorunda kalmıştır. Hayatındaki herşeyi en ince detayına kadar planlamak, bir sonraki adımda ne olacağını bilmek, kendisini güvende hissetmek ister. Böyle bir hayatı genç kardiyolog Jeremy ile kurmuştur ama eksik birşeyler vardır. Bu yüzden de huzursuzdur. İrlanda’daki 29 Şubat geleneğini duyunca olayı orada bitirebileceğine inanır. Böylece herşey planladığ gibi mükemmel olacaktır.”
Senaryo yazarları öyküyü şekillendirirken bu komediye Anna karakterinin damga vuracağını; fantastik aşkın kaos arasında bulunacağını biliyorlardı. Elfont bu konuda şöyle diyor: “Hayatta herşeyi planlayamazsınız. Mutluluğu bulmak için bazen hayatı akışına bırakmanız gerekebilir. Herşeyi deneyebilirsiniz ama mutluluğu mutlaka bulacağınız anlamına gelmez. Günümüz dünyasında herşeyin planlanabileceği; böylece hayatımıza hükmedebileceğimiz şeklinde çağdaş bir düşünce vardır. Biz bu konuda birazcık eski yaklaşımı benimsedik.”
Amerika’nın doğu yakasındaki Anna, çağdaş yaşamın tuzaklarıyla mücadele ederken serseri ruhlu Declan onun tam zıddı konumdadır. Yüreğinin sesini dinleyen bir İrlandalı olsa da, duygusal doyuma ulaşmak için dava adamı olduğu pek söylenemez.
Declan’ın kalbi kırıktır, ileri adım atmayı bırakmış, adeta olduğu yere çakılıp kalmıştır. Bu yolculuk sayesinde Anna ile Declan’ın her ikisi de ileri adım atacaktır. Bunu başarmanın en iyi yolu ise birbirlerinden yardım almaktır.
“Leap Year” projesinin Spyglass Entertainment’a sunulmasından sonra oradaki yapımcılar da bu öyküyü inandırıcı buldular. Özellikle de gerçek aşkı bulduğumuz anda sahip çıkma nosyonunun cazip olduğunu düşünüyorlardı. Yapımcı Roger Birnbaum’un yorumu şöyle:
“Aslında Anna ile Declan arasında ilk görüşte aşktan söz edilemez. Hatta tam tersine ikisi arasında hoşlanmama durumu vardır. Ancak daha önce gerçek olduğunu düşündükleri herşeyden bu yolculuk sırasında sıyrıldıklarını görürüz. Bu yolculuğu beraber çıkınca beraber yaşamanın ve sevmenin bir çaresini bulurlar.”
Yapımcıların projeye güveni o kadar fazlaydı ki, taslak senaryonun sadece bir yıl sonrasında kameralar dönmeye hazırdı. Kamera karşısındaki isimler de bu heyecanı paylaştı. Spyglass’ın projeye onay vermesinden hemen sonra oyuncu olarak ilk imzayı Amy Adams attı.
Yapımcılardan Gary Barber, filmdeki Anna rolü için Amy Adams’ın neden seçildiğini şöyle anlatıyor: “Amy’i birkaç yıl önce ‘Junebug’ adlı flmdi görmüştük. Sonra ‘Enchanted’da başarısını gösterdi. Yakın dönemde de ‘Doubt’ta oynayarak oyunculuk yeteneğinin ne kadar geniş kapsamlı olduğunu kanıtladı. Onda müthiş bir komedi zamanlaması olduğunu düşünüyorum.”
Proje için yönetmen arayışı gündeme geldiğinde Spyglass yetkililerinin tercihi, ilk yönetmenlik denemesi “Hilary and Jackie” ile İngiliz Bağımsız Film Ödülü’nü alan Tayland doğumlu Anand Tucker’dan yana oldu. Yapımcı Jonathan Glickman, bu tercihin gerekçesini şöyle açıklıyor: “Spyglass camiası olarak hepimiz ‘Shopgirl’ ve ‘Hilary and Jackie’nin hayranıydık. Anand ile harika bir telefon konuşması yaptık. Romantik
komedi konusunda ne kadar bilgili ve tutkulu oldğunu bize gösterdi. Sonra Amy Adams ile tanıştı. İhtiyacımız olan herşeye sahip olduğunu; bu öyküyü tipik romantik komedinin çok ötesine taşıyacağını hissediyorduk.”
Yönetmen Anand Tucker, Elfont ile Kaplan’ın senaryosuyla ilgili düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor: “Senaryoda bulduğum ilk güzel şey, ‘kendimizle yeniden iletişim kurma’ gereğini ele almasıydı. Bana bir dönemen o harika klasik romantik komedilerini hatırlattı. Hani sorunlu çiftler vardır da, bir yolculuğu çıkarlar, o komedileri çağrıştırdı. Duygusal dengesi çok güzel kurulmuştu. Ayrıca hepsi birbirinden eğlenceli beş altı fantastik set parçası vardı. Eğlenceli olmasının yanısıra aynı zamanda çok da dokunaklıydı.”
Tucker sözlerine şöyle devam ediyor: “Senaryonun etkileyiciliğinin yanısıra Amy Adams ile çalışmaya da istekliydim. Bu yüzden ‘Amy ile tanışmak ister misin?’ şeklinde çağrı alınca hemen olumlu tepki verdim. Düşünün, ‘Enchanted’ı en az 50 defa izlemişimdir. Çünkü küçük oğlum o filmin hayranıydı. Amy’nin kesinlikle bir dahi olduğunu düşünmüştüm. Bu fırsata balıklama atladım ve hemen senaryoyu okuyup kendimi New York’a giden uçağa attım. Gerisini biliyorsunuz.”
Güzel Bayanlar ve Yakışıklı Beyler: Romantik Komedinin Kadrosu Kuruluyor
Anna rolünde Amy Adams
Amy Adams senaryoyu okuduktan kısa süre sonra “Leap Year”da oynamayı kabul etti. Son birkaç yıllık sürede yardımcı oyunculuktan global starlığa yükselmişti. 2005 yılının bağımsız filmi “Junebug”daki müthiş performansı ve 2007’nin olay komedisi “Enchanted”daki kariyer değiştiren rolünün ardından yeteneklerini sergileyebileceği filmleri seçmesiyle tanınıyordu. Hem drama, hem de komedilerde başarılıydı.
Geçtiğimiz yılın iddialı filmlerinden “Doubt”taki başarısı sonrasında “Julie & Julia” adlı filmdeki rolüyle zirvede kalıcı olduğunu gösterdi.
“Leap Year”ın yapımcılarının Amy Adams’a sınırsız güveni vardı. Projeye derinlik getireceğine; romantik komedilerde sıkça görülen klişelerden uzak duracağına inanıyorlardı. Nitekim Amy Adams da filmde üstleneceği Anna karakterinin ders almaya ihtiyacı olan sorunlu ve tek boyutlu bir karakter olmaması gerektiğinin farkındaydı.
Yapımcı Chris Bender şöyle diyor: “Amy’nin sevimli bir oyuncu olduğuna kuşku yok. Ne yaparsa yapsın gözlerindeki masumiyeti görüyorsunuz. Portresini çizdiği karakter, bu yolculuğa agresif ve zor beğenen bir karakter olarak başlar. Adeta köpük içerisinde dışarıya kapalı bir genç kızdır. Buna rağmen kolayca empati yapar ve önem verirsiniz.
Bu arada Declan ile birlikte İrlanda’da yaptığı yolculuk sırasında başına gelenler sonucu burnunun sürtmesini de keyifle izlersiniz.”
Yönetmen Anand Tucker ise, Amy Adams için “süper yetenekli dramatik bir oyuncu ama aynı zamanda çok yetenekli bir komedyen” tanımlaması yaptıktan sonra şu yorumu getiriyor: “Onun çalışmasını keyifle izledim. Her sahneyi adeta tırnaklarıyla kazıyarak oynadı. Kesinlikle inandırıcı olduğu için de rolünü tam anlamıyla doldurmasını bildi. Son derece inandırıcı olduğu için Boston’lu Anna’nın gerçekten var olduğuna yürekten inanmak istiyorsunuz. Aslına bakarsanız duygusallık ile komediyi evlendirmek zor iştir. Ancak Amy harika stili ve ikna yeteneğiyle bu zor işin altından kalktı. İstediği her rolü rahatça oynayabilecek bir oyuncu olduğunu düşünüyorum.”
Amy Adams ise portresini çizdiği Anna karakterini şu sözlerle tanımlıyor: “Anna kendisi için belirli bir zaman çizelgesi hazırlayan, herşeyi tek tek planlayan ve kendisini sadece yaptıklarıyla değerlendiren tipte bir kadındır. Bağımsız olduğuna; herşeyi başarabileceğine inanır. Elinde ‘kendisine gerekli’ araçların bir listesi
vardır. Bunlar sırasıyla iyi bir eş, iyi bir iş gibi araçlardır. Hatta gelecekteki çocuklarının sayısı bile plan kapsamındadır. Kısacası onun hayatında herşey planlanıp takvime bağlanmıştır. Hazırladığı planı kolayca bozacak kadınlardan da değildir.
Kendisinin hangi tipte bir kadın olduğunu düşünmek yerine o güne kadar neler yaptığına kafa yorar.”
Amy Adams sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu projeyi cazip bulmamın bir sebebi, senaryoda ilginç dönüşümlerin olmasıydı. Başarıya ulaşmak ve hedefimize varmak için belli bir planın gerekli olduğu, ancak sonuna kadar sadık kalmayabileceğimiz öngörülüyordu. Bazı pırıltılı fırsatlar karşısında yolumuzdan sık sık çıktığımız olur. Önemli olan kendi gerçeğimizi bulmaktır ve bunu çoğu zaman önceden hazırladığımız planların dışında buluruz.”
Filmin mizah boyutunun kaynağında Anna karakterinin tek yönlü düşünme biçiminin yer aldığını ifade eden Amy Adams, bu konudaki düşüncesini şöyle aktarıyor: “İsteksiz yolcumuzun doğanın güçlerinden kaçamadığı ve sonuçta Anna ile Declan’ın bir araya gelmek zorunda kaldığı birkaç sahneyi örnek verebilirim. Kim olduğunu ve ne yaptığını tam olarak bildiğini zanneden bir insanı ele alırsanız ve aslında hiçbir şey
bilmediğini gösterirseniz mizah boyutu kendiliğinden gelir. Bu filmi çekerken çok ıslandım. Islak bir oyuncudan daha komiği yoktur diye düşünüyorum.”
Declan rolünde Matthew Goode
Anna’nın isteği, erkek arkadaşını evliliğe çekmektir. Ancak bunu başarmasının önünde büyük bir engel vardır: Dublin’e gidebilmek için bel bağlamak zorunda kaldığı Declan adlı İrlandalı…
Amy Adams bu karakterin çıkardığı zorluğu şu sözlerle tanımlıyor: “Declan’ın Anna’yı her açıdan zorladığına tanık oluruz. Onunla daha önceden hiç kimsenin konuşmadığı tarzda konuşur. Bazı soruları gündeme getirir. Benimsediği hayat yoluna devam ederken sakındığı ve uzak durmaya çalıştığı herşeyi temsil eden farklı bir erkektir. Onu ateşler, farklı yönlere sevkeder ve sonunda yüreğine dokunur. Anna böyle duygular
hissetmek için kendisine izin veren birisi değildir. Ancak artık birşeyler hissetmektedir. Sorduğu sorulara karşılık Declan’dan aldığı cevaplardan hoşlanmaz. Ta ki, doğru cevabın bu erkek ve bu mekan olduğunun farkına varıncaya kadar…”
Anna’nın önce hoşlanmayı öğrendiği, sonra aşık olduğu Declan rolünde İngiliz aktör Matthew Goode kamera karşısına geçti. Kariyerine “Chasing Liberty” adlı romantik komedi filmiyle başlangıç yapan genç aktör, daha sonra aralarında “Match Point”, “The Lookout” ve 2009 yapımı “Watchmen”in de bulunduğu farklı filmlerde boy göstermişti.
Yapımcı Barber bu tercihin sebebini şöyle açıklıyor: “Daha önce ‘The Lookout’ta görev verdiğimiz için Matthew’ı seçtik. O filmde geniş çaplı oyunculuk yeteneğini sergilemişti. Ondan önce de yine romantik aşığı oynadığı ‘Match Point’ adlı filmde görmüştük. Bu filmdeki role mükemmel uyacağını, dramatik yönleriyle komedi zamanlamasını aynı anda göstereceğini düşündük. Matthew etkileyici bakışlara sahip yakışıklı bir erkektir. Bu filmde ondan başkasını düşünemezdik.”
Yönetmen Anand Tucker ise, Amy Adams ile Matthew Goode arasındaki uyuma dikkat çekerek şöyle bir yorum getiriyor: “İkisi arasındaki müthiş uyumdan etkilendim. Ayrıca hepimizin bildiği ‘ilk görüşteki nefretin sonradan karşılıklı saygı ve sevgiye dönüşmesi’ olayını başarıyla vermeleri hoşuma gitti. İkisi de olağanüstü ritm ve zamanlama becerisiyle hareket eden müthiş oyunculardı. Ancak dürüst olmak gerekirse, sahnelerin çok iyi yazılmış olması nedeniyle Matthew ile Amy kendi yollarını kolayca buldular. Bu da benim işimi kolaylaştırdı.”
Declan rolünde oynayan Matthew Goode, portresini çizdiği karakterin motivasyonunu şu sözlerle açıklıyor: “Declan’ın öyküye ilk girişi biraz zaman alır. Onun hakkında çok fazla detay bilmeyiz. Ortada sadece daha önce bir kızla nişanlı olduğu ve terk edildiği bilgisi vardır. Bu durum onu şekillendirmiştir. Oldukça asık suratlı ve hırçın birisidir. Hayatını değiştirmeye çalışmaktadır. Bir pub sahibidir ve birazcık da aşçılığı vardır. Eski kız arkadaşı ve en iyi erkek arkadaşıyla beraber bu işi yapma hayali varken ne yazık ki ikisi birlikte çekip gitmiştir. Declan ile böyle bir noktada tanışırız. Hayatının sorunlu bir dönemindedir, özene ihtiyacı vardır.”
Yönetmenin sakin tavırları sayesinde çok rahat bir çekim ortamı oluştuğunu; doğaçlamaya her zaman izin verildiğini belirten Matthew Goode, “Anand ile çalışmayı her zaman istemiştim. Zaten bu işi almamın sebeplerinden birisi onunla çalışma isteğimdir. ‘Hilary and Jackie’ adlı filmini izlemiş ve oyuncularından aldığı verimi çok sevmiştim. Kesinlikle insanı rahatsız etmeyen bir yönetmen olduğu için çalışmamız da çok keyifli oldu” diyor.
Yapımcı Bender ise, filmin ilk kurgusunu izlediğinde Tucker’ın başroldeki iki oyuncudan aldığı performans karşısında büyülendiğini dile getirerek şöyle konuşuyor:
“Hiç şüphesiz iyi bir uyum bekliyorduk. ‘Leap Year’ın ilk kurgusunu seyrettiğimizde çok heyecan verici bulduk. ‘İşte budur, istediğimize ulaştık!’ diye düşündük. Filmin en iyi yanlarından birisi, Anna ile Declan arasında anlık oluşan yüksek gerilim ortamıdır. Filmin sonlarında bu iki karakterin aynı noktaya geldiğini; aşık olduğunu görürüz. Bunların hepsi Amy ile Matthew’ın nüanslı performansları; Deborah ile Harry’nin sağlam senaryosu ve Anand’ın kusursuz yönetimi sayesinde sağlandı.”
Jeremy rolünde Adam Scott
Filmdeki aşk üçgenini tamamlamak için Anna’nın uzatmalı erkek arkadaşının bulunması gerekliydi. Bu rolde kamera karşısına geçen Adam Scott, rolü için şöyle konuşuyor: “Jeremy adlı karakteri oynadım. Anna ile dört yıldır devam eden bir ilişkisi vardır. Mesleğinde çok başarılı bir cerrahtır. Hayatından fazlasıyla memnun olduğu için zorlayıcı değişime gerek duymaz. Hatta evlenmeyi Anna’nın mı istediğini, yoksa gerekli olduğu için kendisinin mi istediğini dahi bilmez. Zaten öykünün esas çıkış noktasında yılan hikayesine dönen bu evlilik meselesi vardır.”
Jeremy rolüne hazırlanırken Tucker ile karakter hakkında sıkı çalışma yaptığını, Jeremy’nin böylece “başbelası” bir karakter olmadığını belirten Adam Scott, “Daha provalara başlarken bile Anand’ın isteği, bu karakterin düşünüldüğünden daha az öcü bir karakter olmasıydı. Senaryoda da böyle yazılmıştı ama özellikle bu yönüne vurgu yapılarak izleyicinin kafasını karıştırmayı ve ‘Acaba yanlış erkek hangisi? Declan mı yoksa Jeremy mi?’ sorusunun sorulmasını istedi” diyor.
Yapımcı Birnbaum da şunları ekliyor: “İyi bir erkek resmi çizmek istedik. Jeremy, izleyiciye ‘Oh, şu adamdan bir an önce kurtul’ diyeceği tek boyutlu erkek arkadaşlardan değildir. Yakışıklı ve başarılıdır. Anna’ya özen gösterir ve sevgisini ifade eder. Ancak bu filmdeki yolculuk sırasında bunların yeterli olmadığı gerçeğini
öğreniriz.”
Anna’nın babası Jack Brady rolnde John Lithgow
Anna’nın dağınık bir hayat yaşayan ama sevgi dolu babası Jack Brady rolü için yapımcılar, iki defa Oscar adaylığı almış tecrübeli aktör John Lithgow’u kadroya aldılar. “Terms of Endearment”ten “The World According to Garp”a ve televizyonların sevilen dizisi “Dexter”a kadar birçok filmde başarılı performanslar ortaya koyan John Lithgow, oynadığı karakteri şöyle tanımlıyor:
“Jack Brady karısını kaybettikten sonra Anna’ya tek başına bakan bir bekar babadır. Karısını kaybettikten sonra bir daha eskisi gibi olamadığı açıkça bellidir. Melankolik, yarı-alkolik, hayalci birisidir. Kendisini işe yaramaz bir adam gibi görür. Romantik yönü Anna’ya da geçmiştir. Ancak çok titiz ve organize bir kız olan
Anna, kendisindeki romantik yönü kabul etmez. Çünkü zavallı babasına tapıyor olsa da onun gibi kaybedenlerden olmak istemez.”
John Lithgow, öykünün gelişiminde Jack karakterinin önemini şöyle açıklıyor:
“Kocasına 1920’li yıllarda 29 Şubat günü evlilik teklifi yapan İrlandalı büyükannesiyle ilgili eski hikayeyi anlatınca kızının aklına bu düşünceyi yerleştirir. Baba ile kızı arasında dokunaklı bir ilişki modeli vardır. Yaşlı adamın beklenmedik bir anda bilgelik kırıntılarıyla ortaya çıktığı anları çok sevdim.”
Filmin diğer yardımcı oyuncuları ise şöyle sıralanıyor: Anna’nın en iyi kız arkadaşı Libby rolünde “It’s Always Sunny in Philadelphia”dan tanıdığımız Kaitlin Olson; yaşlı otel sahipleri Frank ile Eileen rollerinde “Casualty”den tanıdığımız Tony Rohr ile “Hilary and Jackie”den tanıdığımız Maggie McCarthy; Declan’ın pub’ındaki bar sandalyelerinde oturan Seamus, Joe ve Donal rollerinde “The Playboy”dan tanıdığımız
Alan Devlin ile “The Queen”den tanıdığımız Pat Laffan…
Tasarım ve Mekanlar: Emerald Isle’daki (Cennet Adası) Çekimler
Filmin çekimlerinin tamamının gerçek mekanlarda yapılmasına karar verilince Spyglass yetkilileri, daha önce de işbirliği yaptıkları yapımcı Morgan O’Sullivan ile anlaştılar. Ünlü yapımcının bu konudaki yorumu şöyle: “Daha önce onlarla başta ‘The Count of Monte Cristo’ ve ‘Reign of Fire’ olmak üzere çeşitli projelerde beraber
çalışmıştık. Gary Barber bu senaryoyla bana gelince böyle bir projeyi de hayata geçirmek istediğimi hissettim.”
Filmin çekimleri için izleyicinin kolayca tanıyamayacağı mekanlar bulmaya ağırlık verildi. Yönetmen Anand Tucker neden bu yolun tercih edildiğini şöyle açıklıyor:
“Filmde kadın kahramanımızın yabancı bir ülkeye ulaşması ve kendisini sonsuzluğun ortasında gibi hissetmesi öngörülür. Uygarlıktan bu kadar uzak olunca Declan’la birlikte bu çılgın yolculuğa çıkmaktan başka seçeneği yoktur. Bu yüzden filmin çekimlerini tanınmamış mekanlarda yapmak istedik.”
Yapımcı Jake Weiner’ın bu konudaki yorumu şöyle: “İrlanda bu filmde daima bir karakterdir. Bu ülkenin özelliği, modern zamanlarda var olan ama aynı zamanda insanın kolayca kaybolabileceği bir yer olmasıdır. Yola çıktığınız zaman uzun süre restoran veya benzin istasyonu göremezsiniz. İki insanın birbirini daha iyi tanıyabileceği uzak mekanlar yaratırken inandırıcılığı sağlamak zorundaydık. Anna ile Declan beraber hareket etmek zorunda kalmalıydılar.”
İrlanda’da son dönemde çok sayıda film çekimi yapılmış olmasına rağmen bunların çok azında “Leap Year”daki gibi farklı coğrafik mekanlar kullanılmıştı. Bir aşk hikayesi için prodüksiyonun boyutları ve lojistik ihtiyaçları, normal bir İrlanda filmine kıyasla büyük boyutlardaydı. Senaryonun hayata geçirilmesinde karşılaşılacak zorlukların aşılması için prodüksiyon tasarımcısı Mark Geraghty ile anlaşma yapıldı.
Geraghty yapılan çalışmayı şu sözlerle anlatıyor: “En büyük zorluklardan birisi, 12 farklı stüdyo setine yetecek kadar büyük bir mekan bulmak oldu. Dublin limanındaki bu dev depoyu bulunca son derece etkin çalışma yapılan bir stüdyoya dönüştürdük.”
İrlanda’da çekim yapmaktan film yapımcıları da hoşnut kaldılar. Modern bir ülke olduğu halde Emerald Isle’ın peri masallarını andıran doğasından hepsi etkilendi. Filmdeki Anna karakteri şans kavramına inanmıyordu ama İrlanda’nın bu bölgesindeki manzaraların ve insanların muhteşem olması karşısında yapımcılar ne kadar şanslı olduklarını düşündüler.
Setlerin birkaç tanesinin Anna ile Declan’ın dünyasını hayata geçirecek şekilde inşa edildiğini söyleyen yapımcı Glickman, bu konudaki çalışmayı şöyle anlatıyor: “Yolculuğun ilk kısmı uçaktadır. Bu yüzden uçak gövdesinin içini set ortamında inşa ettik. 15 metre uzunluğunda mekanik bir sistemle türbülans yarattık. Çok büyük bir mekanik set oldu. Sonra denizde fırtına sahnesini yine sette çektik. Yine mekanik aksam, yeşil ekran ve CGI kullanarak yaptık.”
Anna ile Jeremy’nin yaşadığı apartman dairesinin Boston’da olduğu varsayılmasına rağmen bu evle ilgili dış mekan çekimleri, Anand Tucker ve görüntü yönetmeni Tom Sigel tarafından Dublin’de yapıldı. Prodüksiyon tasarımcısı Geraghty yapılan çalışmayı şöyle anlatıyor: “Setlerin çoğunu Dublin’de inşa ettik. Bunları kısmen
hazırladıktan sonra bilgisayarda Boston görüntüleriyle birleştirdik. Filmin konusu Boston’un karla kaplı olduğu Şubat ayının son dört gününde geçer. Bu yüzden herşeyi tekrar yarattık. Davenport’un dış kısmını, yaşamayı arzu ettikleri apartman dairesini hazırladık. Ayrıca iç mekanları da set ortamında yaptık. Bunların dışında Declan’ın barı, B&B gibi diğer iç mekanların hepsi Dublin’deydi.”
Yönetmen Tucker ve yapımcılar, “Leap Year”da kullanılan detaylı setlerin yanısıra İrlanda’nın dillere destan manzaralarının avantajını da kullanmak istediler. Bu yaklaşımın kanıtı ise, Anna ile Declan’ın Dublin’e gitmek için ülkeyi baştanbaşa dolaştığı yol sahneleriydi. Prodüksiyon timleri bu noktada çok önemli bir karar verdiler. Daha önce başka filmlerde sıkça kullanılan Dublin ve Wicklow çevresindeki geleneksel alanların ötesine geçilecekti. Konusu bu ülkede geçen diğer filmlerde görülenlerden daha farklı coğrafi alanlar ve daha otantik unsurlar arıyorlardı.
Geraghty bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle özetliyor: “Senaryoyu okurken sıradan ortamlardan daha büyük çerçeveye ihtiyaç olacağını hissettim. Bu filmi bir İrlanda filmi veya Hollywood filmi gibi çekebilirdik. Oysa biz daha fazlasını istiyorduk. Aslında bu, küçük bir filmde yapabileceğiniz bir şey değildir ama sonuçta ortaya kendi kendisini anlatan fantastik görüntüler çıktı. Filmin finalinde yer alan ve Aran Adalarındaki kayalıklarda geçen sahne kesinlikle çarpıcı oldu.”
Ortak yapımcı O’Sullivan şunları ekliyor: “Anand en başından itibaren İrlanda’nın çok panoramik görünümünü istedi. Bu daha önce hiç yapılmamıştı ki, tercihi doğruydu. Aran Adalarındaki Dun Aengus’a çekime gittiğimde karşımızda muhteşem bir mekan vardı. Bu ülkede yapılan çoğu filmde Dublin’e bağlı kalınır. Bizler ise İrlanda’nın filmlerde daha önce hiç görülmemiş yanını gösterdik.”
İrlanda’nın batı sahilleri açığında Atlantik Okyanusu üzerinde üç adadan oluşan Aran Adaları, J. M. Synge’nin piyesleriyle ünlenmiştir. Bu adalar, Anna ile Declan’ın ilk kez tanıştıkları sahnelerde arka plan oluşturdular.
Verilen bu kararın senaryo tarafıdan da doğrulanan bir karar olduğun belirten Geraghty, “Anna ile Declan’ı samimi bir ortama sokmamız çok önemliydi. Böylece Anna’yı kendi hayatından mümkün olduğu kadar uzak tutmuş olacaktık. İrlanda’nın batısında gün ışığı büyüleyicidir, 10 dakika içinde değişebilir. Biz o atmoseri
vermek istedik. Hava koşullarıyla mücadele ettik ama çoğu zaman hava açısından şanslıydık. Prodüksyon değeri paha biçilmez oldu” diyor.
Böylesine büyük bir prodüksiyonun oyuncu kadrosu ile teknik ekiplerini Aran Adasına götürüp getirmek lojistik açıdan önemli bir deneyim oldu. Taşıma işlemlerini gerçekleştirmek için üç farklı deniz aracına ihtiyaç duyuldu. Bunlar arasında 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan denizcilerinin kullandığı bir çıkarma aracı da vardı.
Glickman’ın bu konudaki yorumu şöyle: “İnsanları taşımak son derece karmaşıktı. Orada sadece üç gün çekim yaptık. Hava koşulları hiç de işbirlikçi değildi ama geri dönüşü de yoktu. Sonuç olarak orada geçen zamanın yüzde 90’ında havalar bize yardımcı olmadı. Ayrıca orası, dünyanın başka hiçbir yerine benzemeyen bir bölgeydi. Ancak Anand’ın isteği, Anna’nın kendisini başka bir gezegene inmiş gibi hissetmeseydi ki, bu duyguyu verdiğimizi sanıyorum.”
Filmin İrlanda’daki açılış sahneleri için doğru mekan bulmanın hiç de kolay olmadığını belirten Geraghty, bu konudaki çalışmasını şu sözlerle anlatıyor:
“Senaryoda mekan olarak Dingle’in ismi yazılmıştı. Orası günümüzde büyük ve gelişmiş bir şehirdi. Bu yüzden doğru yeri bulabilmek için ülkeyi gezmek birkaç haftamızı aldı. Aran üzerinde karar kıldığımız andan itibaren adaya önceden bir ekip gönderdik. Böylece köyün inşa edilmesi iki ay önceden tamamlanmış oldu. Doğal ortamın otantik yapısını korumaya özen gösterdik. Sonrasında çiftin yolunu izleyerek İrlanda’nın batı
bölgesi olan Connemera’ya yöneldik.”
Anna ile Declan’ın duygusal ve fiziksel yolculuğu, filmin tasarımla ilgili kararlarında yansımasını buldu. Geraghty’nin bu konudaki yorumu şöyle: “Kırsal kesimin sert dokusu, beton orman olarak tanımlanan Boston’un düz çizgileriyle tezat halindedir. İkisi Dublin’e yaklaştıkça çevre daha tanıdık hale gelir. Şehre yaklaşmalarıyla birlikte ortamı daha romantik hale getirerek yumuşattık. Böylece Anna ile Declan arasnda oluşan yeni anlayış ortamını gösterdik. Bu durum, ikisinin Aran Adalarına ilk vardığı ve tam bir çatışma halinde olduğu ilk günlerin tam tersi bir durumdur.”
Amy Adams ise kendi izlenimlerini şu sözlerle dile getiriyor: “İrlanda hakkındaki tüm bilgilerim, reklamlarda ve filmlerde gördüklerimden ibaretti. Oralarda İrlanda daha güneşli gibi görünüyordu. Bu ülkeye gittiğimde hava koşullarının hızla değiştiğini gördüm. Bu sembolik durum, portresini çizdiğim Anna karakterini zorlar. Oradaki iklim insanlara değişime hızla uyum sağlamayı öğretir. Oysa Anna uyum sağlama konusunda iyi değildir. Sürekli değişken İrlanda havasının, onun kontrolden çıkmasında önemli rol oynadığını görürüz.”
Çekimler sırasında doğanın azizliğine uğradığı bir günü de şöyle anımsıyor: “Yolda yürüdüğüm bir sahne vardı. Adamlar gelip çantamı elimden alacaklardı. Senaryoyu okurken kolay gibi geldi. Ancak çekime başladığımızda saatte 60 mil hızla esen şiddetli bir rüzgar çıktı. Ayakta durmakta zorlanan Anna, rüzgara karşı mücadele vermeye başladı. Evet, havası değişkendir ama İrlanda’da büyüleyici birşeyler de vardır. İnsanlar davetkardır, kendinizi evinizde gibi hissedersiniz. Gittiğim her yerde kendimi capcanlı hissettim. İrlanda’nın ne kadar davetkar bir ülke olduğunu Anna karakteri de hisseder.”
Filmin Kostümleri
Oyuncuların kıyafetlerini yaratan ekipler, işe öncelikle senaryonun mükemmelcisi Anna karakteriyle başladılar. Anna’nın giysilerinin neden bu kadar önemli olduğunu Weiner şöyle açıklıyor: “Anna’nın mesleği için yaptığı herşey aslında hayata bakışını yansıtır. Herşeyi planlamaya öylesine alışkındır ki, her detayın mükemmel durmasını ister. Filmin bir noktasında Declan ona, ‘Neden bu kadar önemli?’ diye sorar. Anna’nın yolculuğu sırasında öğrendiği şeylerden birisi de, tüm bunların aslında hiç de önemli olmadığıdır.”
“Leap Year”ın kostüm tasarımları konusundaki sorumluluğu, İrlanda’nın öndegelen kostüm tasarımcılarından Eimer Ni Mhaoldomhnaigh üstlendi. Filmin konusu günümüzde geçtiği için giysi departmanının becerisi, periyod dramaları kadar belirgin olmayacaktı. Ancak yine de uyumlu bir görünüm sağlanması için yapılması gereken çok şey vardı.
Mhaoldomhnaigh kendi yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor: “İnsanlar çağdaş filmlerin kolay; periyod filmlerin zor olması gerektiğini düşünürler. Ancak çağdaş filmlerin kolaylığı, giysilerin her an kolayca bulunabilir olmasıdır. Eğer oyuncu beğenmezse hemen koşup yenisini alırsınız. Buna rağmen çağdaş filmlerde değerlendirmeye alınması gereken birçok görüş vardır. Örneğin aksiyon boyutunun dramatik arka plana karşı
geliştiği böyle filmlerde renk olgusu çok belirgin bir çıkış noktasıdır. Renk, doku, desen gibi unsurların hepsi önemlidir. Arka planda o kadar çok yeşil vardır ki, fiziksel arka plana karşı en iyi uyum sağlayan rengin farkında olmalısınız.”
Böyle bir değerlendirmenin Anna karakterinin giysilerine yapıldığını söyleyen Mhaoldomhnaigh, açıklamalarını şöyle sürdürüyor: “Anna karakteri, Amerika’nın doğu yakasından gelmiş sofistike (seçkin) bir bayandır. Çok sevimli görünen soft renklerde giyinir. Ancak biz kırmızı ve maviye dair bazı küçük ipuçları da ekledik. Anna’nın giysileri özel dikimli, yüksek belli, şık ve modaya uygundur. Oraya vardığında sanki başka bir dünyadan gelmiş gibidir.”
Anna’nın görümünü yaratırken Mhaoldmhnaigh’in izlediği yöntem, böyle bir kadının sık sık gideceği dükkanları dolaşmak ve 1950’li yılların havasmıyla bütünleştirmek oldu. Ayrıca o dönemin film dergileriyle fotoğraf karelerini de referans olarak aldı.
“Amy’nin filmde giydiği kıyafetlerin hepsi tasarımcı elinden çıkmadır” diyor Mhaoldomhnaigh, “İrlanda, Londra ve Los Angeles’ta alışveriş yaptık. Paul Smith, Max Mara, Le Petit Salut ve Carolina Herrera gibi tasarımcılardan klasik dikimlerin yanısıra Christian Louboutin ayakkabıları ile Hugo Boss ürünleri kullandık. Hatta Amy kıyafetleriyle uyumlu olabilecek tarzdaki kendi ayakkabılarını bile getirdi. Filmdeki görünümü Maureen O’Hara ve Rita Hayworth gibi seçkindir.”
Declan’ın kıyafetleri başka bir konuydu. “Zavallı Matthew” diye gülüyor Mhaoldomhnaigh, “Filmin büyük bölümünde tek kıyafet giydi: Kahverengi fitilli kadife ceket, gri kazak ve kırmızı kareli gömlek… Üzerinde hep aynı giysi vardı ve kirlendi durdu.”
Kardiolog Jeremy’nin kıyafetleri genellikle muhafazakar tarzda olurken Anna’nın babasının giysileri tasarım açısından oldukça eğlenceliydi. “O çılgın bir adamdır” diyor Mhaoldomhnaigh, “Bu yüzden onun kıyafetlerinde Columbo boyutu olması gerektiğini hissettim. Üzerinde eski bir ceket ve Hawaii desenli gömlekler vardır. Kıyafetlerinin çoğunu hayır kurumlarından almış ve yolculuklarında topladığı bazı
şeyleri eklemiş gibidir.”
Dağıtım: UIP Filmcilik
Yönetmen: Anand Tucker
Oyuncular: Amy Adams, Matthew Goode, Adam Scott, John Lithgow, Kaitlin Olson
Senaryo: Deborah Kaplan, Harry Elfont
Yapımcılar: Gary Barber, Roger Birnbaum, Jonathan Glickman, Jake Weiner, Chris Bender
Görüntü Yönetmeni: Newton Thomas Siegel, Kurgu: Nick Moore
Prodüksiyon Tasarımı: Mark Geraghty, Kostüm Tasarımı: Eimer Ni Mhaoldomhnaigh
Özgün Müzik: Randy Edelman
Spyglass Entertainment – Universal Pictures / UIP Filmcilik